[email protected]
Klasikler olarak bilinen Dünya ve Türk Edebiyatının önemli yazarlarını ve onların ünlü eserlerini hepimiz biliriz. Rus Edebiyatının kurucuları denince; Puşkin, Gogol, Turganyev, Çehov, Gorki, Dostoyevski, Tolstoy akla gelir. Fransız Edebiyatında Montaigne, Moliere, Jean JacquesRousseau, Lamartine, Victor Hugo, Balzac, Stendhal, Zola, Andre Gide ilk akla gelenler olur. Klasik İngiliz Edebiyatı Shakespeare, Austen, George Orwell, Charles Dickens ile anılır. Avusturyalı Stefan Zweig, Norveçli KnutHamsun, Bohemyalı Franz Kafka, Klasik Avrupa Edebiyatının öncü yazarları olmuşlardır. Klasik Amerikan Edebiyatı denince ise Twain, Hemingway, Steinbeck ve JackLondonilk etapta hatırladıklarımızdır. Klasik Türk Edebiyatının kurucuları ise Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, RecaizadeMahmut Ekrem,Samipaşazade Sezai, Halit Ziya Uşaklıgil, Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Mehmet Rauf, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Mehmet Akif Ersoy, Ahmet Haşim, Halide Edip Adıvar,Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ziya Gökalp, Yahya Kemal Beyatlı, Refik Halit Karay, Peyami Safa, Ömer Seyfettin, Reşat Nuri Güntekin olarak sayılabilir.
Günümüzde yazarlar kendilerine has olarak bir tarz belirleme ve toplumda gördükleri olumlu karşılık ölçüsünde kendilerini bu yönde geliştirme düşüncesi içindedirler. Bu son derece doğal bir süreçtir. Düşünce ve fikirlerin yazı dili ile okuyucuya aktarılması ve olumlu geri dönüşlere göre yazarın kendini geliştirmesi, yenilemesi ve ilerlemesi daha özgün eserlerin ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Ancak gerek Avrupa ve Amerika’da gerekse Türk Edebiyatı’nda klasik dönem olarak kabul edilen, giriş bölümünde isimlerini saydığımedebiyatçıların kaygısı biraz daha farklı olmuştur. Fransız İhtilali ile başlayan, sonrasında özellikle 1800’lü yılların ikinci yarısı ve 1900’lerin ilk çeyreğinde dünyada bir takım özgürlük ve hak arama süreçleri hızlanmış, toplumlarda bu anlamdahareketlenmeler artmış ve bu da beraberinde savaş ve çatışmaları körüklemiştir. Çünkü her devirde, kurdukları saltanat düzeninin yıkılmasını istemeyen feodal ve mutlakıyetçi devlet yapıları olmuştur.Bu yapıların başındakiler de halkın özgürlük ve sosyal hak taleplerini dile getiren, bu talepleri yazıyla, şiirle seslendiren edebiyatçılara karşı bir baskı politikası uygulamışlardır. Bu dönemin yazarları yazılı iletişimin güçlenmesiyle birlikte dönemin atmosferine göre kendilerine özgü bir tarz ve üslup belirlemişler, siyasi vesosyolojik düşüncelerini halka aktarmayı bir görev olarak görmüşlerdir.Bu yazarlar aslında gerçekten büyük bir toplumsal görevi ifa etmişlerdir.Zira tarih boyunca insanlığın tüm kazanımları hak arama yolunda verilen büyük mücadeleler sonrasında elde edilebilmiştir. Bu sancılı dönemlerin itici gücü, ellerinde silah olmadan fedakârca mücadele veren kahramanları, dönemin yazarları ve şairleridir. Hal böyle olunca bu dönemin yazarlarında gözlemlediğimiz psikoloji de şüphesiz ki günümüzden çok farklıdır. Birçoğu ünlü bir yazar olmak düşüncesinde hiç olmamıştır. Kimileri ülkelerindeki siyasi baskılara direnen yazılar yazmış, kimileri toplumdaki yoksulluğu ve sınıflar arasındaki eşitsizliği dile getirmiş, kimileri baskıcı aile yapıları nedeniyle zulme maruz kalan kadınların, çocuklarınve ezilenlerin sesi olmuştur. Kimileri de yaşadığı bu kaotik dönemin etkisiyle toplumun bozulan psikolojisini kendi psikolojik çalkantılarıyla birleştiren yazılar ve kitaplar kaleme alarak o dönemlerin insanlarda bıraktığı etkininsonraki kuşaklar tarafından anlaşılabilmesini sağlamıştır.
Örneğin; kendi doğumundan dokuz gün sonra ölen annesini hiç tanıma fırsatı olmayan, anlaşılması biraz güç bir yazar olsa da, güçlünün haklı kabul edildiği olguları reddeden düşüncesiyle tanınan ve Fransız İhtilali’nin fikir babalarından biri olarak görülen düşünür ve özgürlükçü yazar Jean Jacques Rousseau, devletin iktidara değil halka ait olduğu fikrini dünyada ilk kez ortaya koymuştur. Ulus devlet anlayışının temelleri onun yazıları sayesinde atılmıştır.
Yine Fransız yazarlardan Montaigne, altı çocuk sahibi olmasına rağmen sadece bir çocuğunun hayatta kalması nedeniyle denemelerinde ölüm temasını ve insan sevgisini öne çıkarmıştır. Moliereoyun yazarlığında,Stendhal ise realist temalı yazılarında kendileri burjuva kökenli olmalarına rağmen bağlı oldukları sosyal sınıf ilişkilerini ve kilise baskısını geride bırakarak, yaşadıkları toplumdaki geniş kitlelerin taleplerine uygun bir edebi tarz benimsemişlerdir. Victor Hugo’ nun Sefiller ve Notre Dame'ın Kamburu eserleri Fransa’da krallık döneminin karanlık günlerinden kesitler sunan romanlardır.
Rus Edebiyatında Puşkin’in baskıcı askeri yönetime karşı gelmesi sonrası sürgün yılları, Gogol’ün aristokrasiye karşı etnik halk hikâyelerini ve deyişlerini önceleyen edebiyat anlayışı toplumun geniş kesimlerinde karşılık bulmuştur.
Çok küçük yaşta anne ve babasını kaybeden ve yakınlarının yanında büyüyen Tolstoy, düzenli bir hayat özlemi duymuş ve bu psikolojik etki ile 13 çocuk sahibi olmuştur. Toplumun sorunları ile çok yakından ilgilenmiş, geniş halk yığınlarının özellikle Rus köylüsünün yoksul, perişan durumu onu çok üzmüştür. Eserlerini de bu temel düşünce üzerine kaleme almıştır. Sorunlu bir aile ortamında büyüyen ve çok küçük yaşta annesini, genç yaşlarında da babasını kaybeden Dostoyevski isehayatı boyunca bir takım psikolojik sorunlar içinde olmuştur. Eşini ve kızını da erken yaşlarda kaybetmesi, onu daha fazla yıkıma uğratmıştır. Yaşadığı toplumun gerçeklerini ve arka planlarını kendi ruh haliyle birleştirerek irdelemiş ve toplumun psikolojik gerçeklerini eserlerine yansıtmıştır.
Avusturyalı yazar Stefan Zweig, İkinci Dünya Savaşı nedeniyle Avrupa’nın içine düştüğü duruma dayanamayarak 1942 yılında karısı ile birlikte intihar etmiştir.Norveçli Yazar KnutHamsun, parasız ve aç kalınca yazdığı Açlık eseri ile üne kavuşmuştur. Yaşamı boyunca babası ile gergin bir ilişkisi olan, birçok kez nişanlanmasına rağmen hiç evlenmeyen 40 yaşında veremden hayatını kaybeden, eserlerinden çok azı hayattayken yayımlanan, hatta ölümünden önce yazdıklarını yok etmesi için arkadaşına teslim eden ancak ölümünden sonra arkadaşı tarafından yazıları yayımlanan Bohemyalı yazar Franz Kafka, yaşadığı toplumun çok farklı psikolojideki bir başka yönünü ortaya koymuştur.
Eserlerinde toplumsal adaletsizliğe karşı farkındalık ve totalitarizme karşı duruşu vurgulayan bir anlayış taşıyan, en ünlü eseri Hayvan Çiftliği’nde Stalin döneminin Sovyetler Birliği yönetimini hicveden ve buradan hareketle despotluğu ve despotların hırslarını eleştiren İngiliz yazar George Orwell, toplumun bir başka trajik yönünü gözler önüne sermiştir.
Birinci Dünya Savaşı döneminde savaşta ağır yaralanan ve tedavi gördüğü hastanede tanıştığı bir hemşireye aşık olan, sevgilisi ile bir süre ilişkisi devam eden, savaştan sonra Amerika’ya dönüp o hemşire ile evlilik planları yaparken terkedilen ve bu terkedilmenin acısı ile Silahlara Veda isimli en ünlü eserini yazan Amerikalı yazar Hemingway aşk, savaş ve terkedilme üçgeninde bambaşka bir psikoloji ortaya koymuştur. Amerikalı bir başka yazar John Steinbeck ise eserlerinde işçi yaşamını ve toplumsal sorunları dile getirmiştir.
Klasik Türk Edebiyatının İslam öncesi Türk Edebiyatı ve İslami dönem Türk Edebiyatı dönemlerini bu yazımın konusu dışında tuttuğum için 1860’ lardan itibaren başlayan Batı etkisindeki Türk Edebiyatı, günümüzdeki modern Türk Edebiyatının temelini oluşturmaktadır denilebilir. Bu dönem kendi içinde beş ana başlık altında incelenmektedir: Tanzimat Edebiyatı, Servet-i Fünun Edebiyatı, Fecr-i Ati Edebiyatı, Milli Edebiyat ve Cumhuriyet dönemi Türk Edebiyatı.Yazımın başında isimlerini saydığım Klasik Türk Edebiyatının kurucuları, 1860 yılında Tanzimat Edebiyatının başlamasından itibaren Cumhuriyetin ilk dönemlerine kadar uzanan çalkantılı bir dönemin sanatçılarıdır.
Beş yüz yılı aşkın bir süre devam eden imparatorluk 1800’ lü yılların ortalarına gelindiğinde artık çok toprak kaybetmiş, yıllarca devam eden savaşlar halkta umutsuzluğa ve mutsuzluğa neden olmuş durumdadır. Saray yönetimi ile yoksul Anadolu halkı arasında kopuk bir ilişkisöz konusudur.Ülke,modern eğitim ve sağlık koşullarından oldukça uzaktadır. Şartların bu şekilde olduğu bir dönemde Osmanlı Devleti’ ndemodernleşme hareketleri başlamıştır. Bu modernleşme hareketleri halkın değil, daha çok yönetici sınıftan kişilerin isteğiyle ortaya çıkmıştır. Önce batıda ortaya çıkan ve sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’nu da etkileyen zihniyet devriminin temelinde yatan kavramlar ve düşünce akımları; Rönesans ve Reform hareketleri ile Pozitivizm, Teknoloji, Bilim ve Hukuk kavramlarıdır. Yenileşme hareketleri yüzü dünyaya dönük, akılcı, iradeli bireyler yetiştirmeyi, bilime ve teknolojiye önemle eğilmeyi esas almıştır.Bu amacın donanımlı edebi ve düşünsel anlamdaki ilk temsilcisi Şinasi olmuştur. 1839’ da Mustafa Reşit Paşa tarafından okunan Tanzimat Fermanı ile başlayan yenilikçi akımın edebi dizeleri Şinasi’nin kasidelerine de yansımıştır. Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın eserleri ile birlikte toplumda yurtseverlik, hürriyet ve millet bilinci oluşmaya başlamıştır.
Devam eden dönemlerdeHalit Ziya Uşaklıgil, romanlarında kahramanların iç dünyasını tahlile dayanan yeni bir anlayış benimseyerek, insan psikolojilerinin doğal yaşama yansımalarını eserlerine taşımış, aynı dönemde Mehmet Rauf’ da Türk Edebiyatında bireyin öznel yaşantısını doğrudan konu alan ilk psikolojik roman olan Eylül adlı eserini kaleme almıştır.
Hüseyin Rahmi Gürpınar, İstanbul halkının toplumsal, töresel yaşantısını, aile içi geçimsizliklerini, batıl inançlarını, yaşadığı çağdaki Türk toplumunun geçirmekte olduğu krizleri mizahi bir dille eserlerinde aktarmıştır.
II. Meşrutiyet’ in ilan edilme sürecinin öncesinde başlayan Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında içinde bulunulan sıkıntılı durum ve üstelik uzunca bir zamandan beri devam eden istibdat rejiminin bunaltıcı etkisi nedeniyle ulusçu bir akımın doğması Türk Edebiyatında Milli Edebiyat dönemini başlatmıştır. Toplumsal hareketliliğin arttığı, milli bir uyanışın başladığı bu dönemde Milli Edebiyat döneminin yazarları ve şairleri kurtuluş ve kuruluş yolunda çok önemli görevleri yerine getirmişlerdir. Milli Edebiyat akımıyla halka ve halkın gerçeklerine edebi yöneliş başlamıştır. Halide Edip’in, Yakup Kadri’nin, Ziya Gökalp’in, Yahya Kemal’in eserlerinde, Ömer Seyfettin’in hikâyelerinde bu milliyetçi etki olabildiğince hissedilmektedir. Milli Edebiyat dönemi ile başlayıp ilk Cumhuriyet yıllarına uzanan dönemde Türk Halkının gerçekleri ile yakından ilgilenen yazarlar, toplumsal anlamda üstlendikleri görevlerini sürdürerek yeni eserler ortaya koymaya devam etmişlerdir. Reşat Nuri’nin Yaprak Dökümü ve Çalıkuşu adlı romanları bu geçiş dönemini anlatan çok önemli klasiklerdir.
Yazarların gerek toplumun psikolojisini yakından izleyerek gerekse aynı toplumun bir parçası olmaları nedeniyle kendi hissettiklerini de gözlemlerine ekleyerek ortaya çıkardıkları eserler, 20. Yüzyıldan itibaren çağdaş toplum düzeninin kurulmasına öncülük etmiştir.