Can Ali, rahmetli Terzi Hacının sadık dostlarından biriydi. Getir götür ayak işlerine bakar, Terzi Hacının gözü arkada kalmazdı.
Buldan’dan İstanbul’a giden hemşerilerini en iyi şekilde ağırlarmış. Avukat Hamdi, Ata Özmen ve Damgacı Metin bir yaz günü Buldan’a gelen Can Ali’yi Makıfta ağırlamak istemişler. Pideci Ali’ye göveç vermişler. Akşamüzeri göveci almaya giden Damgacı’yı Beyciğim Rıza görmüş. “Hayrola Metin, davet mi var?”. “Bu akşam Can Ali’yi ağırlayacağız Makıfta” diye ağzından kaçırmış.
Kaptan Süleyman’ın yerinde masa kurulmuş. İlk kadehler bitmeden kokuyu alan gelmeye başlamış. Önce Güneyli Aliksan ve Neni Kemal, yarım saat sonra Kasap Sarı ve Beyciğim Rıza damlamışlar masaya. Göveçler bitmiş, rakılar tükenmeye başlamış. Hepsi de sünger gibi içen ağır abiler. Avukat Hamdi, Can Ali’ye kaş göz işareti yapmış, “devreye gir” diye. Gelen yancılar iyice sarhoş olsun, diye bir büyük daha söylemiş. Can Ali cebinden bir deste “Haydi beyler, kendine güvenen varsa gelsin”. Kılıç kesme de Can Ali’nin üstüne yokmuş. İlk önce Neni Kemal oturmuş. On dakikada bende kuruş kalmadı, deyip kalkmış. Arkadan Güneyli Aliksan derken yarım saat içinde dördünü de soyup soğana çevirmiş. Neye uğradığını anlayamayan dört kafadar “Bize müsaade ”deyip masadan kalkmışlar.
Yancılar gittikten sonra Can Ali üttüğü paraları masanın üstüne koymuş. Kaptan Süleyman’ı çağırmış. “Hesabı getir, bir de şu paraları say. Yetmezse üstünü tamamlarız”. Böylece Damgacı Metin ve rahmetli Ata yüklü hesap ödemekten kurtulmuşlar.