Herkül, Masist gibi gladyatör, genellikle John Wayne ‘ın başrol oynadığı western filmlerini hiç kaçırmazdı Ali Efe. Numune Kardeşler sinemasının film afişlerini takip ettirirdi gençlere. Mutlaka ilk gece erkenden yerini alırdı, sahne önündeki tahta sandalyelerde. Oturduğu yerin yanından iki sandalyeyi yetmişlik yağlıkla birbirine bağlar, filmin başlamasına az bir zaman kala yer bulamayanlardan sevdiği kimselere verirdi kontenjanını. Yine bir Ağalar! Yeriniz burada” deyip onları yanına oturtur.
Bu duruma içerleyen Kasap Orhan “ Bir gün elime düşesin sen!” diye fırsat kollamaya başlar. Bir akşam üstü Gençlik Kulübü Lokaline gelen Efe, sinemadaki olup biteni unutmuştur. Kasap Orhan’a sorar: “ Bu aşam sinemada ne oyneyo?” “ Kovboy filmi koymuşlar.Böyün ilk aşamı” “ Erkenden ye gapan o zaman” Kahvede oturmadan sinemanın yolunu tutmuş. Numune sinemasının önüne gelmiş. Bakmış kartileye film afişi falan yok. “ Bu aşam, balo va. Efe, sen yarın gel “ demiş seyyar kuruyemiş satıcısı Takmaklı. Patırdaya patırdaya lokale geri dönmüş. Efe’nin bozulduğunu gören Kasap “ Efe Dayı! Kusura bakma. Yanlış görmüşüm. Kovboy filmi böyün değil, yarın aşammış. Bi sade gave söyliyen ben sene.Keyfine bak!” Kahveler geldikten sonra Pat İbiram önceden içlerine kibrit başları koydukları Yenice sigarasının kapağını açıp; “ Buyur Ağa! Gavenin yanında iyi gide! Diye mayınlı sigarayı ikram etmiş. Muhtar çakmağını çıkarıp sigarasını yaktıktan sonra iki fırt çekmiş. Üçüncü fırttan sonra elindeki sigara başlamış çat pat etmeye. Neye uğradığını bilemeyen Efe, hemen sigarayı dışarı fırlatmış ama bayağı ürkmüş bu olaydan. Lokalde kumpası önceden bilenler başlamışlar gülüşmeye. Bu hareket Efe’ye daha çok dokunmuş é Ben size bir gün gelir, bunların hesabını ödettiririm.” Der ve lokalden hışımla ayrılır.
Kış geçip, yaz ayları gelmiş. Efe Haydar bağlarına gitmeye başlamış. Bir gün yine bağ bekçiliğine giderken, Yukarı Hastane yakınlarında Kasap Orhan’la karşılaşmış. “ Efe Dayı! Bir akrabam yattı hastaneye, onu ziyarete geldim.” “ Buralara kadar gelmişken, benim bağa gidelim. Bir çayımı içer, dinlenirsin.” Daveti kabul eden Kasap Orhan Efe’yle bir bağın yolunu tutmuşlar.
Bağ evinde masanın üstünde bir güneş gözlüğü gören Kasap , hemen gözlüğü takmış. “ Efe! Çok güzel bir gözlük, nereden denk getirdin? “ Dayım İstanbul’dan gönderdi. Gidene kadar tak. Hevesin geçsin.” Halbuki güneş gözlüğü dandik bir şeymiş. Ortalığı hep kıpkırmızı gösteriyormuş. Çaylarını içtikten sonra bağın içini dolaşmaya çıkmışlar. Meyveler daha ancak ermeye başlıyormuş, çoğu gök, yenecek halde değillermiş. Güneş gözlüğü ile dolaşan Kasap Orhan, gök meyveleri kızarmış, olgunlaşmış gibi görüyormuş. “ Efe! Senin bağın maşallahı var. Her bişeyler erkenden ermiş” deyip biryandan gök gök elmaları, armutları, dutları koparıp, gömleğine silip yemeye başlamış. Gözlüğün hilesini bilen Efe dayı, hiç sesini çıkarmamış yediklerine. Sadece “ Yarasın bizim oğlan! Senin yemenle tükenmez bunlar” demiş içinden gülerek. Bağ evine geri dönmüşler. Aradan biraz zaman geçince Kasap Orhan kıvranmaya başlamış. Gök ve yıkanmamış meyveler midesini bozmuş. “ Efe! Ben iyi değilim. Bir an önce gideyim” “ Acele et bizim oğlan! Yoksa sen Buldan’a değil, Yukarı Hastaneye zor varırsın.” Hemen yola Koyulan Kasap’ın arkasından gülerek “ Eee! Dünyanın bin bir türlü hali var. Yediğiniz hurmalar, bir gün gelir dırmala!”