Daha önce kısa gezimde en kısa zamanda ikinci bir Buldan yapacağımı siz değerli hemşerilerimize söz vermiştim. Hem de bu defa eşimle beraber geldim. İnşallah önümüzdeki yaz çocuklarımla gelip bu şirin memleketimi onlara tanıtacağım. Eminim tanıyınca Buldan’ı, bana sitem bile edecekler, bize bu güzel memleketimizden bizleri mahrum bıraktın diye. İlk geldiğimde nasıl gezdimse, aynı yerleri eşime de tanıttım, gezdirdim. Şirin birçok yerlerden medeni, havası, suyu, görgüsü, kültürü, lezzetli yemekleri olan böyle bir memleketin vardı da bizleri niye mahrum ettin diye sitemde bulundu. Kendisine şu cevabı verdim. Ben size yıllarca gelin hep beraber Buldan’a gidelim, 3-5 gün kalalım diye yalvarırken, siz kabul etmediniz ama deyince benden özür diledi, bu kabahat bizimmiş dedi. Ama inşallah bundan sonra her yaz zaman ayıralım, mutlaka gelmeye çalışalım diye sözleştik. Bilhassa eşim yukarı hastaneyi gezip bilgi alınca duvardaki o yıllara ait duygusal resimleri görünce her ne kadar bana belli etmese de gözlerinin buğulandığını gördüm, çok etkilenmişti. Hastaneden ayrıldık, arabayı Bulak içine sürdüm, istedim ki buradan Buldan’ın eşsiz manzarasını görsün, ben de yorum yapacak diye merak ediyordum. Arabadan indik, bu güzel manzarayı doyasıya sesimizi çıkartmadan seyrettikten sonra eşim bana şöyle dedi. “Gerçekten ben çok büyük bir hata etmişim, seni ve çocukları bu güzel Buldan’dan mahrum bırakmışım” diyerek özür diledi. Akşam oluyordu, karnımızın acıktığını fark ettik, ana yola çıktım, arabayı o kadar ağır kullanıyordum ki eşimin bu güzel görüntüler hafızasına kazınsın istiyorum. Ben bunları düşünürken o cep telefonuyla görüntüleri çekiyor, belgeliyordu. Ağam Restaurant’a indik, önce göveç var mı diye sordum. Olduğunu duyunca masadaki yerimizi aldık. İstiyorum ki başka bir lezzet tatmadan tadını bütün güzelliğiyle alsın, tadı damağında kalsın, yıllarca kalsın. Yanında cacık ve hafifte acı biber olunca bir başka oluyor canım. Göveçler masaya gelince hanım şaşırdı, dedi ki bu nasıl göveç içinde etten başka bir şey yok. Bende dedim ki, bu sizin bildiğiniz göveçlere benzemez, sizinkilerin içinde etten başka her şey bulunur. Sen birkaç kaşık al eminim ikinci tabağı isteyeceksin deyince birkaç kaşık aldı, hoşuna gidince iştahla yedi ve ikinci tabakları sipariş ettik. Başka bir yemek söylemedim ki yıllarca bu tadı unutmasın diye. Yukarı parkta yorgunluk kahvelerini içip istirahate çekildik., çünkü yarın Perşembe idi. Buldan pazarıyla hanımı tanıştıracaktım, bir görsün bakalım buranın taze sebzesini, meyvesini. Bir başka yerlere benzemeyen tatlarını. Ertesi sabah biraz erken kalktık, niyetimiz Talat Tarakçı parkında Buldan simidiyle enfes bir kahvaltı yapıp Perşembe pazarının altını üstünü getireceğiz inşallah. Keçi peyniri ile kahvaltımızı yaptıktan sonra yavaş yavaş pazara doğru yol aldık. Önce dondurmacılardan birer vişneli karlamanın tadına baktık, eşim bu değişik lezzeti ilk defa tadıyordu, bir bardak daha yedikten sonra pazara girdik. Hem fiyatların uygunluğu hem de sebze ve meyvelerin tazeliği karşısında hayretler içinde kaldık. Esnafların cömertliği karşısında eşim şaşkınlığını gizleyemedi. Bir çilkim üzüm tatmak istiyorsun, salkımı veriyorlar, bir yemiş istiyorsun yarım kilo yiyip bir kilo alacaksın diye ikramda bulunuyorlar. İstanbul’da imkânı var mı böyle şeylerin, dokundurmazlar bile o patlıcanların düzgünlüğü, biberin güzelliği, erik domateslerin lezzeti. Eşim tadınca hemen alışveriş yapalım diye tutturdu bunlardan İstanbul’a götürelim diye. Götürelim giderken deyince acele etme Pazartesi sabahı yukarı çarşıya böyle Pazar kurulur taze taze sabahleyin alır öyle çıkarız yola dedim. Birkaç saat dolaştık belki gözüme köylü kardeşlerimizin bazlama, kuru peynir, kıryer domatesi, kulak patlıcan, yeşilbiber alıp yıllardır tadını unuttuğum lezzetlerle tekrar buluşup güzel bir sofra kurup afiyetle yiyeceğiz, hanımda bu vesileyle çiğ patlıcanı alıştıracağım. Gezerken bir yerde hormonsuz küçük taneli çekirdeksiz üzümü görünce hemen birkaç kilo aldık, yemeğin üzerine iyi gider, peynir ekmekle nefis olur. Hanım keseyle yoğurt satanları görünce hayretle sordu, bende yoğurt olduğunu, satıcıların kendilerine göre müşterileri olduğunu, kimileri gelip pazardan aldığını, bazı yoğurtçular evlere dağıtır, hem geçen haftadan boşalan keseyi alır gider. Yoğurt kesesini boşaltmak ayrı bir hünerdir, nasıl boşaltılır en ince ayrıntısına kadar neler yapıldığını anlattım ve en sonunda çocukken kesede kalanları avucumuza bırakılana kadar avuçlarımızdaki yoğurtları yalamak çocukların en büyük zevkiydi. Ne güzel günlerdi o günler. Pazarı gezdikten sonra artık Yaylaya doğru yol almanın zamanın geldiğini hatırlattım eşime. Arabaya atladık, çıktık yola, Kestaneyi geçince Vakıf alanına doğru gidiyoruz, yeşillikler içinde. Yayla yoluna tırmanırken eşim şöyle söyledi, Ender güzellikler barındıran eşsiz manzaralara bayıldım. Arada arabayı durduruyor, cep telefonuyla eşim bunları kaydediyor, üç tarafı yeşilliklerle bezenmiş nadir yerlerden biri. Yaylanın son düzlüğüne varınca arabanın yönünü Buldan’a çevirdim. Manzara burada daha bir faklı güzel görünüyordu. Eşim ve bende Buldan Belediyesinin kulaklarını çınlatmadan geçmedik, buraya niye bir teleferik kurulmaz diye konuştuk. Buldan’ımızın turizmde daha da büyüyecek katlanacaktır inşallah, bu dileğimiz en kısa zamanda gerçekleşir. Birçok vatandaşımız da bu dertten şikâyetçiler. Büyükşehir Belediyesinin bütün yatırımlarının Denizli’ye yapıp Buldan’a hiçbir şeyin yapılmadığından şikâyetçiler. Yayla gölüne doğru gidiyoruz, göle yaklaştıkça manzaraların güzelliği daha da ortaya çıkıyor. Bizler ortaokulda okurken buralarda çadırlar kurulmuştu, bizlerde arkadaşlarla on beş gün kampa gelmiştik. Galiba Nazilli Menderes Tekstil fabrikası organize yapmıştı. Kampta iken Orhan adlı arkadaşımız galiba muavinlik yapan bir abi boğulmuştu. Mazideki o yıllar gözümün önünde canlandı bir an, bizim için ne güzel günlerdi onlar. Gölün eski halinden pek bir fark yok sanki sadece biraz sazlar temizlenmiş, hâlbuki burası tamamen ele alınsa bakımı yapılsa gölün kenarlarına minyatür ahşaptan evler yapılsa, göle bisikletler konsa birkaç kayık konup ta turizme açılsa göreceksiniz Buldan’ı üçe katlar. Ama önce modern güzel tuvaletlerin yapılması şart. 60 sene önce neyse şimdi gene aynı duruyor sadece birkaç lokanta yapılmış burada. Gene Büyükşehir Belediyesinin tekrar kulağını çınlatmadan geçemeyeceğiz. Kar kuyusuna doğru yola çıktık, eşimin oraları görmesini istiyorum. Dönüşte Yayla dedesini ziyaretimizi yapıp gündüz çarşıdan aldığımızı bazlama ve malzemelerle çimenlerin üzerine yer sofrasında göl manzarasını seyrederek karnımızı doyurmaya karar verdik. Yükseklere tırmandıkça hava da soğumaya başladı, eşim sırtına ceket giyme ihtiyacını hissetti, kar kuyusuna varınca ben de bir taraftan eşime izahat veriyorum. Eskiden kurular açılıp karlar muhafaza ediliyordu. Ama şimdi yöntem değişmiş, kuyuları toprak yüzeyinde muhafaza ediliyormuş artık. Fazla eylenmeden döndük zaten karnımızda acıkmaya başladı bir an önce gölün kenarına varıp açlığımızı gidereceğiz. Göle varınca hemen sofrayı kurup bazlama, kıryer domatesini, Karabalığın kulak patlıcanını, acı biberini, Çayır Deresinin taze salatalığını kuru peynirimizle kendimize bir ziyafet çekeceğiz. Ha bu arada eşime çiğ patlıcanı yemesini alıştıracağım. Bu eşsiz lezzetlerle kendimize ziyafet çektikten sonra üstüne de üçer tane Buldan yemişinden yedikten sonra değmeyin keyfimize. Artık Buldan’a dönüyoruz dolu dolu güzel bir günün yorgunluğundan sonra istirahate çekilmenin vakti geldi sanırım. Pazartesi Yukarı pazardan alışveriş yapıp İstanbul’a döneceğiz inşallah seneye çocuklarla torunlarla gelmeyi Rabbim nasip etsin. Siz değerli Buldanlı hemşerilerimize sonsuz teşekkürlerimizi sunar, daha güzel Buldan günlerinde buluşmak üzere diyerek vedalaşalım.