Değerli Buldanlılar, bizlerin ve bizden önceki jenerasyon mu şanslıydık acaba yoksa şimdiki zamane gençliği mi soruyorum? Belik zamane bolluk, teknolojiyi yakaladı, bizlerden daha güzel sağlıklı evlere ve modern yaşama dönemini yakaladılar. Faka hala eskiler neden o dönemlerin özlemini yâd ederler acaba? Neden o yıllar anılırken insanların gözleri buğulanır, konuşurken sesleri titrer acaba. Neden biliyor musunuz, o günkü dostluklar, arkadaşlıklar, komşu ilişkileri, küçüğe sevgi, büyüğe saygı başkaydı. Belki cahillik vardı okullarda ve evlerde dayak boldu ama hiçte şikâyet edilmez hatta okulda öğretmene veya bir işyerine çıraklığa teslim edilirken eti senin kemiği benim derlerdi büyükler. Tabii ki dayakla eğitim ve terbiye yapmak hoş bir şey değil ama o dönemler öyleydi. Şimdi çocuklara kötü söz ve dayağa hiç gerek yok maşallah hepsi de cin gibi leb demeden leblebiyi anlıyorlar. Anne baba eğitimli en azından birçokları lise ve üniversite tahsilli ama eski dönemlerde öyle miydi? Anne, baba cahil fakirlik var, evlerin hali belli el dokumacılığının revaçta olduğu dönemler motorlu tezgâhlar belki on on beş hanede var. Bazı evlerde pencere camı bulunmaz, gazete kâğıtları ile kapatmaya çalışılırdı. O insanlar bunları yaşadı. Fakirlik var. Bugünkü zamane belki bunlara inanmaz, abartılı bulurlar. Ama bunlar gerçek yaşanılan şeyler. Onun için Türkiye medeniyeti ve bazı şeyleri eğitimin değerlerini çocuk terbiyesini Avrupa’dan 50 sene sonra yakalayabilmiştir. Sizlere 1966 yılında Almanya’ya giriş yaptığımızda trende yaşadığımız anımı anlatmak isterim. Salzburg’dan giriş yaptık, Münih’e doğru gidiyoruz, vagon kalabalık sıkıldım. Koridorda gezerken bir vagonda genç bir bayan belki 2 veya 3 yaşlarında çocuğu ile oturuyordu. Çocuğun elinde bir şey vardı, elinden düşürünce annesi alıp verdi, çocuk annesine hemen teşekkür etti(Danke) dedi. Ben o anki aklımla acaba Türkiye’de kaç aile bu gördüğüm olayı yaşıyordur diye düşündüm. Ama bizlere bu durumlara ancak gelebildik yanlış anlaşılmasın eğitimin önemini vurgulamak istedim. Bazı insanlar yokluk içinde ama 5-6 çocuklu insanlar vardı, bunların büyümesi, okuması evlenmesi, istikbali var ama düşünen yok, saldım çayıra Mevla’m kayıra. Dedem rahmetlinin bağ komşuları vardı biz yaşta çocuklarıyla oynamaya giderdim. Birkaç tane bizden büyükleri vardı. Ama salıncakta biri uyuyor biri kadının alinde birine de hamile ama şimdiki gençler öylemi bakabilecekleri kadar çocuk büyütüyorlar. Tabi ki de doğrusu bu. Meydan düğünlerine gidilirken 10-15 kişilik arkadaş gruplarıyla gidilir oyuna kalkılırken oyunu iyi oynayan grup liderinin öncülüğünde oynanır, oyunun neresinde zıplanacağını, nerelerde dönüleceğini grup liderinin ağzından çıkan hoppa sözü ile hareket edilirdi. Bizim grupta genel olarak bu durumlarda organize işleri Özkan Başhelvacı arkadaşımız iyi yapardı kulakları çınlasın. Eğer damat gariban ise grup giderken arkadaşları aralarında para toplar birkaç şişe rakı ve et alıp öyle giderle, en azından kendi içeceği rakıyı ve eti alarak damada yük olmazlardı. Damadın yarım şişe veya yumurta çakması üzeri bol maydanozlu 5-6 köfte biraz da yoğurt menüsü vardır. O da kime yeter idare edin arkası yok derler, onun için biraz düşünenler böyle yapar. Çocukluğumuzu doya doya yaşadık, zor şartlar altında yalınayak öyle çok kaliteli ayakkabılar giysiler olmasa da büyüdüler, okudular. Gerek kızlar gerekse de erkeklerde çok iyi yerlere gelenler olmuştur. Şimdiki zamane çocukları çok güzel şartlarda büyüyorlar. Marka kıyafetler ayakkabılar alabiliyorlar. Pek öyle derme çatma giyinen gezen burnu akan çocuklara rastlamıyoruz. Bizim zamanımızda burnunun akıntısıyla sokakta çok oynayan çocuk olurdu, ne burnunu siliveren nede kendinin burnunu silene rastlarsın. Annesi eve çağırıncaya kadar öylece oynar çocuklar anne baba el dokumacılığı yapar, çocuklarıyla çokça ilgilenecek zamanları bile olmazdı. Bazı kalabalık ailelerde ancak sofraya gelinince bir arada toplanılır birbirlerini görürlerdi. Sokakta oyundan fırsat bulur bir ara eve gelir ekmek harannının (Tencere, kalaylı kap) açar, ekmek koparır, biraz peynir alır tel dolaptan cam kavanozlara basılan, oynarken bir taraftan da yenirdi. Bazı durumları pek müsait olmayan aileler çocuklarına ekmek dilimleri ıslatılır, üzerine biraz toz şeker serpilir veya salça sürülüp verilirdi. Ama şimdi öylemi özel olarak çocuğa masa hazırlanıyor, onlara ders başına veyahut oyuna çıkıyor, gerçi şimdi sokakta oynayan çocuğa rastlamıyorsun ya. Ya işte gençler sizler şanslısınız dünyanın cennetindesiniz dersek yanlış konuşmuş olmayız. Ya bizim yakaladığımız zamana ne demeli bir ay sürerdi, Türkiye’nin birçok ilinden insanlar İzmir’e akardı. Sevdiğin sanatçıları film yıldıralı canlı dinleme ve görme şansı yakalarsın. Otellerde yer bulunmaz İzmir’de hısım ve akrabası olanlar şanslıdır onlar geç vakitte kalsalar da giderler onlarda yatarlardı. Bizler Hafız Burhan, Hamiyet Yüceses(Bunlar Makberi okurken hakkını verenlerdi). Abdullah Yüce, Zeki Müren gibi eşsiz ses sanatçılarını, Selahattin Pınar, Sadettin Kaynak, (Buldanlı Sota Hafız Mehmet Üstattan feyz almıştır), Şekip Ayhan Özışık, Münir Nurettin Selçuk gibi sanatçıların eserlerini dinleyerek büyüdük. Ayrıca Yeşilçam’ın o saf, temiz, içten aşkların yaşandığı, güzel komşu ilişkilerinin işlendiği siyah beyaz filmlerini seyretme şansını yakaladık. Localı kışlık sinemaları on dakika sigara molasında kova içinde gazoz satıldığı günleri gördük, şimdiki zamane gibi popçuları rakçılarla büyümedik, onun için çok mutluyuz. Bir dönem sinemalar krize girince Yeşilçam’ın sanatçıları 5-6 şarkı ezberleyerek erkek ve kadın artistler sahnelere çıktılar, sesin öyle güzelliği pek aranmazdı. Bir aylık derslerle kendilerini sahnelerde buldular. Halk sesten ziyade yıldızları canlı görme şansını yakaladı. 20 Eylül, 20 Ağustos arası yaşanırdı bu güzellikler, otellerde yer bulunmaz, fuarın içindeki çimlerin üzerinde uyuyan çok olmuştur ama birçok vatandaş para ve yüzüklerini çaldırırdı. Ama gençler hala insanlar o yılları günleri özlemle anıyor. Şimdiki gençlik elbette çok iyi yerlerdeler ve yaşantılara sahipler, her yönden ama aşırı tüketime düşkün olanlarda var, eşiyle beraber çalışıyorlar gene de hayatın şartlarına yetişemiyorlar, işleri çok zor. Allah yardımcıları olsun. Bu aradan anne babalarının hakkını verelim. Maddi ve manevi çok büyük destekleri oluyor. Ya işte böyle gençler elinizdeki avucunuzdakilerin kıymetini iyi bilin, yarın o güzelliklerin uçup giderse onların ne kadar değerli olduklarını o zaman anlarsınız. Herkese sevgi ve saygılar.
Bir Beyefendi timsali olan Dündar Helvacı anısına, değerli Buldanlılar,
Dündar abiyi tanıma fırsatını 5-6 sene önce yakalamıştım. Ben eski gençlik kulübünde şimdi M. Salih Yavaş kardeşimizin çalıştırdığı yerde tanımıştım. Arkadaşı Recai Peköz abiyle yanımıza geldiler ve bana şöyle hitap etmişti. O güzel Buldan yazılarını yazan kardeşimizle tanışmak istedim demişti. Belki birkaç saat sohbet yaptık ve ayrılırken sakın yazıları bırakma yazmaya devam et demişti. Uzun yıllar telefon görüşmeleri yaptık, o beni, ben onu arar zaman zaman teşvik edici sözleri çok cesaret vermişti. En son görüşmemiz ölümünden on beş gün önce hasta olduğunu duyunca aradım. Hatta hastaneden kontrolden dönüyordu. Ben fazla vaktini almak istemedim ama bırakmadı uzun bir sohbet gerçekleştirmiştik. Allah gani gani rahmet eylesin, mekânı cennet olur inşallah. Buldan gerçek bir centilmen, zarif bir beyefendi, güzel bir insanını kaybetmiştir.
Mustafa Tuncay Abinin anısına,
Aynı güzel duygularla bu satırları Mustafa abim içinde karalıyorum. Çok sevdiğim saydığım, güzel sohbetler yaptığım bir büyüğümdü. Rahmetli abisiyle Buldan’a çok güzel eserler bıraktılar. Balıklı Marka branda ile Buldan’ımızı Türkiye’ye tanıttılar. Birçok insanımızı yanlarında sigortalı çalıştırarak emekli yapmışlardır. Ailesini bizzat arayarak başsağlığı diledim. Bir kez daha Buldan’ımızın yüz akı olan Buldan’da YAŞAM Gazetesi vasıtasıyla tekrar başsağlığı diliyorum. Mekânı cennet olsun.