Geçen sayıdan devam…
Hey gidi günler, zamane hiç şikâyet etmesin. Ama şimdi de nerdeyse bolluktan bunalıma girecekler, şükretmek lazım.
Bir başka kültürel aktivite de, çocuklar için bahar ve sonbahar yağmurlarından sonra, hava açılınca, mahalledeki çocukların toplanıp, bir sofra bezi veya yetmişli mendille mahalleyi tek tek dolaşıp ister ister oynamasıydı. Kızlar ve oğlanlar “ister ister ne ister Ali gözü kurban ister” diyerek kapılar çalınır. O hane de ne varsa ev sahibi, yiyecek bohçamızın içine mevsimine göre karınca kararınca koyar. Toplanır sonra oturup zevkle yenilirdi. Bizim Tatarlar mahallesinde en çok yiyecekleri Cevdet Kızılöz dedenin hanesinden Ulviye Ninem verirdi. Varlıkları varsa da görgü ve kültürleri bir başkaydı. Allah rahmet etsin herkese.
Ayrıca çocukların başka oyunların başında, cam bilye, fırıldak çevirmek, mazı oynamak, kaydırak, çamurda kazık oynamak gibi çeşitli oyunlar olurdu. Tabiî ki bunlar erkek çocuklar için olan şeyler. Sinekli ve kasnaklı uçurmayı da unutmayalım.
Bir başka kültür özelliğimiz olan genç kızlarımızın daha ilkokul çağında başlayan kanaviçe nakış işlemeleridir. Elinde bu mahareti olmayan kızlara itibar bile edilmezdi. Evlenecek kızların bu el emekleri ve göz nurlarıyla meydana getirdikleri eserlerini, evlenince nerelerde çeyiz olarak kullanacaklarını düşlerlerdi. Şimdi nerede böyle şeyler, şimdi her şey hazır oluyor. El emeği göz nuru artık olmuyor.
Düğünler bir başka olurdu. Üç dört gün sürerdi. Perşembeden bezler, bohçalar konurdu. Oğlan evinden seçilen özel kişiler bohçaları alıp, ellerinde lüks lambalarıyla kız evine gider, ağırlanıp dönerdi. Aynı şekilde daha sonra kız evinden oğlan evine gelinirdi. Ayrıca sözler kesildikten sonra, küçük nişan, büyük nişan olurdu. Bez gecesi misafirlere lokum ikramı olurdu. En güzel ikram buydu. Tabiî ki çay ikramı da yapılırdı. Hatırlarım bizim arkadaşlarımızdan karşılıklı oturup bisküvi arası lokum yeme yarışmaları yapılırdı. 35–40 top yiyen olurdu.
Pazar günleri Numune sinemasının aile matinesi dağılırken gençler ve nişanlılar parkın içine, bir kısmı da parkın duvarının önlerine, kaldırıma sıralanır. Sevdiklerini ve nişanlılarını görebilmek, o kaçamak bakışlarını görebilmek için adeta bakışırlardı. Ama şimdi nerde böyle şeyler. Herkes kız veya oğlan kendi işlerini görüyorlar. Anne babaya lüzum kalmadı. Sadece formalite uygulatıyorlar. Cep telefonu çıktı mertlik bozuldu.
Gençler evlendikten sonra mutlaka kocalarının kollarına girer öyle gezmeye giderlerdi. Öyle el ele tutuşmak sarılmak imkânsızdı. 1960 yılların başında okuldaki kız arkadaşlarla konuşurken yüzlerimiz kızarırdı. Hey gidi günler nerelerden nerelere gelindi.
1958 veya 1959 yılları olabilir; şimdiki Aygaz bayisinin bulunduğu yerde, Eşekçilerin evlerinin altında, berber Mustafa Süğlün ve Ahmet Sarıca ağabeylerin ortak berber dükkânı vardı. İkisi de gerçek dünyaya trafik kazalarıyla göçtüler. Onların yanlarında çırak olarak, ben, Turgut Sarıca, Yavaş Kemal çalışırdık. Onlar berber oldular ben ise yaz tatilimi değerlendiriyorum.
Şoför Hacı Mehmet ağabeyimiz, Dinçer’in babası, bizden tıraş olurdu. O zamanlar evlerde tıraş olunmazdı. Nerde tıraş takımları...? 1950 yılları mutlaka ustura ile berberde olunurdu. Bizim haftalığımız 25 kuruş; Hacı ağabey bize tıraşa gelir, olduğu zaman hangimiz elbisesini fırçalarsa fark etmez, bizlere ayrı ayrı 25 er kuruş bahşiş verirdi.
Ben o kültürü ondan aldım. Bunu daha sonra Buldan içinde dışında uyguladım, hala daha devam ederim.
Bunun zenginlikle alakası yoktur. Bu bir görgü ve kültür meselesidir. Onun için sohbetlerde her zaman bahsederim. Hacı ağabeyi rahmet ve sevgiyle anarım. Bayramlarda terzi çırakları takım elbise dikilenlerin evlerine elbiseler götürünce mutlaka az çok bahşişler verilirdi. Artık böyle şeyler kalmadı. Zaten terzilik diye bir meslek de yok artık.
Devam Edecek…