Değerli Buldanlılar,
Özellikle kaybolan ve kaybolmaya yüz tutmuş adet ve geleneklerden bahsetmek istiyorum. Elimden geldiği kadarınca…
Öncelikle kaybolan geleneklerimizin, bayram münasebetiyle ilk akla gelenlerin başında benim için, mahalle çocuklarının yaşlıları ziyaretleri gelir. Biz kabristan dönüşü önce ailelerimizin ellerlini öptükten sonra hemen mahalleye dağılır, yaşlıları tek tek ziyaret ederdik. Yaşlılar ellerinden geldiğince çocukları memnun etmek için, ellerinden geleni yapardı. Genelde verdikleri şeker, çorap veya mendil olurdu. Para dardı, kıymetliydi, veren olmazdı. Ama hiç de üzülmezdik. Memnun ayrılır, onlara saygımızdan, her bayram geleneksel ziyaretimizi yapardık.
Ondan sonra sülalede kim para veriyorsa onlar ilk sırada ziyaret edilirdi. Benim için her zaman ilk sırada rahmetli dayım Hasan Çiçeklidağ vardı. Benim için büyük para olan, 1950 yıllarının ortalarında 1 Lira bayram harçlığı idi. Babam bile o parayı vermezdi. Onun için rahmet ve saygıyla anarım.
Çocukken hala hafızamda kalan başka bir olay da, mahallede imece usulü ile yapılan işlerdi. Mesela her sene mevsimi geldiğinde makarna hazırlanır. Üç beş komşu toplanır, hep bir elden kesilir, birkaç gün sonra başka bir komşununki yapılırdı. Nerde o mis gibi kokan el yapımı makarnalar? Herkes elini taşın altına koyardı; karınca kararınca. Şimdiki gençlere soruyorum, güzel çocuğum sen hiç yalınayak çaput top peşinde koştun mu? Ayak başparmağını taşa vurup kütlettin mi? Üzerine kum döküp kanı durdurup top oynamaya devam ettin mi? Hiç elma, armut, badem çalmanın zevkine vardın mı? Hiç bağlarda, rengârenk nefis bir yaratık olan kelebek peşinde koştun mu? Ağaçlara tırmanıp uğur böceği yakaladın mı?
Sinemaya on dakika sigara molasında kaçtın mı? Sahte biletle sinemaya kaçmanın zevkine vardın mı? Toprak üzerine bez minderler serip evcilikler oynadın mı? Bunları yapamadıysan, ki yapmadın, yapmana da imkân yok; sen hiç çocukluğunu yaşamamışsın güzel yavrum.
İsteseniz de bunları yapamazsınız çocuklar. Anneler, babalar sokaklarda oynamaya müsaade etmezler. Artık apartman çocukları, internet ve televizyon çocukları oldular şimdi. Zaman ve çağ böyle şimdi. Onları da normal karşılamak lazım.
Bir başka zevkimiz de, Numunecilerin yazlık sinemasıydı. Temiz hava, sigara serbest; gerçi bizler içmezdik ama ne yersen serbest. Kuru yemiş alırdık. Numunecilerin kışlık sinemasında filmler bazen bir hafta oynardı. Birinci gün giderdik. İkinci gün tekrar gidersin, ondan sonra para biter. Çocukların eğlencesi mi var? On dakika sigara molasında kaçardık. Ama film başlayınca, rahmetli Yusuf amca sinemanın içinde her bir tarafa dağılmamıza rağmen bizleri tek tek bulup çıkarırdı.
Eskiden evlerde tek bir teneke odun sobası olurdu; nerde kömür sobaları? Odunlar yandıktan sonra oluşan közler, mangallara alınır, çocukların yattığı odanın ortasına konur, yere yapılan yatakların yorganları açılır, odanın biraz çiği kırılınca aynı yorganın altına girilir. Kardeşler birbirlerine sarılarak uyunurdu. O mangalların etrafında dersler çalışılır, onun üzerinde yemekler pişerdi. En güzel yemek de kapama olurdu.
Devam edecek…