SARAÇ DEDE TORUNU SARAÇ NAFİZ ÖZEREN(1934-2014)
SARAÇ DEDEYİ TORUNU NAFİZ ÖZEREN ANLATTI
YAZIYI DÜZENLEYEN
YARBAY GÜRSEL GÜRSOY
Şurası da çok mühim. Amerika’da Kadiri tarikatından aralarında profesörlerinde olduğu yüksek tahsilli müritler İstanbul’a gelirler. Bizim tanıdıkların birisine tesadüf eder ve konuşurlar. Kadiri tarikatına mensup olduklarını söylerler. Bizim tanıdık derki “Bizim Buldan’da akrabaların dedesi Kadiri şeyhi idi, Allah rahmet eylesin” der ve aralarından profesör olan şeyh Şerif Çatalkaya “Halil Baba mı? “der. Bizim akraba şaşırır, Saraç Dede 45 yıl önce ölmüş, Amerika’da yaşayan bu adam Buldan’dakini nereden tanıyor, ne biliyor?
Bir gün Saraç Dede’yi Jandarma karakola götürdü. Bizler çok merak ettik, gelince sorduk. Anlattı. Buldan’da hacı karşılamaya giderler(Ahmet Ağalardan Hacı Hilmi’nin hac dönüşünde). Yolda tekbir getirirler. Onun için ifadelerini almışlar, tahkikat için dedemin yanına bazı gazeteciler veya devlet görevlileri gelir ama mürit olarak dönüp giderler.
Altın İsmail(Saraç Dedenin halifelerinden) anlatıyor. Dokumacılıkla geçinen İsmail Altın, el havlusu dokuyor. Mal satamaz. Cebinde ev harcı görecek para yok, kara kara düşünür. Saraç Dede hemen eve gelir “İsmail oğlum, ben Sarayköy’e gideceğim. İki çift havlu alayım, hediye götüreceğim” der ve havluların parasını verir. Saraç Dede evden ayrılınca hemen pazara alışverişe gider. Bu çok defa olmuştur.
Altın İsmail’den bir hatıra. Bir gün para lazım oldu. Saraç Dede Sarayköy’deki müritlerinden aracı olarak parayı ödünç olarak getirtti. Biz işimizi gördük, günler geçti, biz bu parayı temin ettik, iade edeceğiz. Saraç Dede’ye gittim. “Parayı sana mı vereyim, pazarcılarla mı göndereyim, kendim mi götüreyim?” dedim. “Kendin git” dedi. Evden ayrılırken ocağa iplik boya suyu koymuştum. Sarayköy’e gidip geldim daha su kaynamıyordu. Nasıl gidip geldiğimi bilemiyorum. Yalnız arabanın olmadığı yerde araba buldum, bindim gittim.
Babamdan dinledim. Bir gün Buldan’a bir adam gelir. Saraç Dedeyi arar. Saraç Dede çarşıda bir marangoz dükkânında oturuyor, sohbet ediyorlar. Misafiri oraya getirirler. Misafir ile Saraç Dede tanışırlar. Kış günü. İçinde ateşli kömürleri olan mangal var. Adam ağzına kömürleri atmaya başlıyor, yani marifetlerini gösteriyor. Buna karşılık marangoz tezgâhın üstünde duran cam parçasına bir yumruk atar. Camları ağzına atar yemeğe başlar. Adam ayağa kalkar, Saraç Dedenin elini öper. “Bu cam yeme işi daha zor bir iş, sen benim üstadımsın” der.
Saraç Dede ölümünde bir gece evde kaldı. Ertesi günü defnedilecek. O gece iki kişiden duydum, bizim evin tarafına nur yağdığını görenler var ve bunlar güvenilir kişiler. Ayrıca Saraç Dedenin sağlığında evinin olduğu yere nur indiğini görenler var. Bursa mahallesinden rahmetli Çıplak Mehmet anlatıyor. Saraç Dedenin başında bir çıban vardı. Bu çıban iyileşmezdi. Dede bir gün banyoda dalgınlıkla sağ adımını atarak girer. Çıbanın çıkma ve iyileşmeme sebebinin bu olduğunu söyler.
Saraç Dedenin evine hırsız girer. Tel dolabın üstündeki kuru yufkadan bir insanın götürebileceği kadar alır götürür. Sabahleyin hanımı görür. “Ben onu ne zorluklarla yaptım” diye Dede’ye feryat eder. Dede hiç aldırış etmez. “Ne yapalım, karnı acıkmış, yufkaların altında dolapta bir tencere kavurma var, onu da götürseydin, katık yapardın” der. Ninem dedeme “Hiç böyle denir mi “ diye kızar. Saraç Dede “Ne yapayım, adamın kendisi de çocukları da açtı, ne yapsın adam” diye cevap verir.
Saraç Dedenin bir adı da Safi Baba’dır. Saraç Dedenin çarşıda bir saraç dükkânı vardır. Dükkânın önünde yaralamalı bir kavga olur. Saraç Dede sırtını yola doğru çevirir. Saraç tezgâhı yüksek olmazdı. Yere mindere oturarak çalışılırdı. Jandarmalar gelir, şahit götürecek, bakarlar adamın sırtı caddeye doğru. Bu adam nasıl görecek kapıdan bakar, giderler. Olay caddede meydana geliyor. Saraç Dedenin kayınbiraderi derviş Ali Mehmet, Uşaki tarikatından birisi ile “Senin tarikat, benim tarikat” diye tartışıyor ve işi uzatıyorlar. Gece evine giden Ali Mehmet sabaha kadar uyuyamıyor, korkuyor. Sabah ezanında Saraç Dedenin evine geliyor, elini öpüyor. “Ben hata ettim, yanlış konuştum, beni sabah kadar develer rahatsız etti, çok korktum, hiç uyuyamadım” der.
Dervişlere bitirme diploması, şeyhlere şeyhlik diploması (İcazet evrakı) şeyhleri tarafından verilir. Usuldendir veya Saraç Dedenin vasiyetidir. Saraç Dede’nin şeyhi tarafından mühürlenen şeyhlik icazet belgesini rahmetli Serezli Hoca yıkar. Belge rulo yapılmış,. Yıkama işlemi bitince eline bırakılır. Açık olan eliyle belgeyi alır ve elini kapatır. Serezli hoca bu hayret verici hadiseyi dostlarına anlatır.
93 yaşındaki Karaburun Rıza amcadan dinledim. Saraç Dedeye veya Karatosun Dedeye Erzurum’dan eşekle ziyarete gelen bir dervişin döneceği zaman maddi bir yardıma ihtiyacı olur. O zamanın zengini Hacı Ariflere gönderirler ama onlar bir şey vermezler. Adam mekânınıza ateş düşsün der ve yola çıkar. Henüz Sarayköy’e varmadan yangın başlar. Yangında çevredeki hiçbir bina zarar görmezken Hacı Ariflerin mekânı yanar. Ekli Hacı (2005 de İzmir’de vefat etti. Allah rahmet eylesin) Karaburun Rıza, hacca bir türlü gidemiyor, ama rüyasında Mekke ve Medine’yi görür. Rüyasını Ekli Hacı ’ya anlatır. Ekli Hacı Saraç Dedenin bir sözünü hatırlatır. Adam olursan gitmeden de oraları görürsün. Bu bana bir şeyleri hatırlattı. Hacıdan gelen birisi Saraç Dedeye uğrar. Dede adama “Mekke’de şuraya gittin mi, Medine’de şu ziyarete gittin mi, gördün mü?” diye sorar, muhabbet böyle devam ederdi. Onlar orayı çok iyi biliyordu. Muhabbetler öyle gösteriyordu.
Bir gün bir mürit rüyasını anlatıyordu, ben de kulak misafiri oldum. “Ağaç dikiyorum ama bir türlü büyümüyor” dedi. Koca şeyh cevap olarak “Biraz daha fazla Allah diyeceksin, onun için büyümüyor” diye cevap verdi. Saraç Dede rahmete kavuşalı beş gün olmuştu. Kadınlar Dedenin 500 lük tespihini beşe bölerler. Rahmetli şoför Hacı Ethem’in annesi bir bölümünü eve götürmüş. Gece rüyasında Saraç Dede “Benim tespihimi niye parçaladın” diye eziyet ediyor. Saraç Dedenin üvey gelini olan ve Dedeye Baba diyen kadın “Babam bana çok kızdı” diye sabah erkenden tespihleri getirir ve babama teslim eder.
Rahmetli Salih Başsayın Dedenin genç müritlerinden biriydi. İstanbul’da büyük işadamlarından rahmetli Ethem Kuru duygulanarak bana anlatmıştı. “Ben o Saraç Babamı hep düşünüyorum. Bir odası vardı, ayrıca karşıda damı vardı. Üstü toprakla örtülü eve dam ev derlerdi. Bir tek odada, altında bir hasır, hasırın altı toprak, üstünde tertemiz bir kilim, ocakta az bir ateş, ateşte pişen topraktan yapılmış bir tencere, ocakta abdest almak için siyah renkte testi. O evde o kadar mutluluk var ki anlatamam. Şimdi benim her şeyim var, çok varlıklıyım ama o huzur, o rahatlık bende yok. Gözümüz hep aç, doymuyor, huzurumuz yok”. Allah rahmet eylesin.
Bir hatıramı anlatayım. Saraç Dede cebinde devamlı halka şekeri ve kuru incir bulundurur, çocuklara halka şeker, büyüklere incir ikram ederdi. Çocuklar yolunu bekler, her geçişinde şeker alırlardı. Birde kokusu eksik olmazdı, hiç çıkmazdı. Kendisinde eşyasında o koku devamlı dururdu. Deprem olduğunda herkes dışarıda bahçelerde durur, bazen de bizim tekke odasında mahallelinin yattığı olurdu. Ama rahmetli hiç evinden çıkmaz, zikirle meşgul olurdu, hiç paniklemezdi. Saraç Baba dünya malına hiç önem vermezdi. Kendisinin oturacak bir odası ve onun karşısında üstü toprak tek odalı bir damı vardı. Hiçbir zaman şunu alamadım, şuyum yoktu dediği duyulmamıştır. Yokluk da çekmemiştir. Cüzdanında parası, evinde yiyeceği hiçbir zaman eksik olmamıştır. İki veya üç yedek giyeceği vardı. Birisi yıkanır birisini giyerdi. Ama o evde mutluluk vardı, dünya meselesi yoktu devamlı dini sohbetler ve ibret alınacak dini hikâye ve mevzular vardı. Yani şahsi meseleler onun yanında konuşulmazdı. Gece yarısı namazlarını kılar, gece zikirlerini yapar gündüzleri biraz uykusunu uyurdu.
18 yaşında idim. O zamanlar Buldan’da gene iş yok, mal satılmıyor. Buldanlı gençler İstanbul’a gidiyorlardı. Bunun adı kaçmaktı. Bende kapaklı bir sepet hazırladım. Valiz yerine eskiden sepet olurdu. İçine çamaşır, gömlek, pantolon koydum. Biraz da yufka ekmeği koyup yola çıkacağım, İstanbul’a gideceğim. Annemin babamın haberi yoktu. Ablam sepeti bulmuş ve dedeme söylemiş, Nafiz gidiyor, diye. Dedem beni evinin bahçesine çağırdı. “Bak arkadaş, ben yaşlıyım, baban hasta. Bu ailenin tek erkek evladı sensin. Bizler sana güveniyoruz. Bizleri nasıl burada bırakırsın” diye bana yakındı, haklıydı. Ben fikrimi değiştirdim, gurbete çıkmadım. Askerlik sonrası herkes Almanya’ya gitti ben gitmedim. Dedemin sözlerini hep hatırladım, daima ailemin yanında, başında oldum ve bundan da pişman değilim, aksine mutluyum.
Rahmetli Hacı Ethem anlatıyor. Hacı Ethem, Saraç Dedenin ikinci hanımının torunuydu. 18-20 yaşlarındayken içmiş, içmiş gece vakti, yazın devamlı olarak yere serilen ve akşam yemeklerinin yendiği hasıra uzanmış, sızmış kalmış. Gece yarısı tuvalete kalkan Saraç Dede, Ethem’in açıkta yattığını görürü, nenemi çağırır. “Bahçede bir kelp yatıyor, üstüne bir şey örtüver” der. Hacı Ethem uyanır ve dedemin sözlerini duyar. Bunu hep anlatmıştır. Kelp köpek demek. Demek onun sarhoş olduğunu biliyordu.
Avni Dağdelen’den dinledim. Avni ve Reşad’ın nineleri Saraç Dedenin kardeşidir. Arife günü ağabeyi Reşat ile mezarlığa giderler. Annesini, babasını ve Saraç Dedeyi ziyaret ederler, Saraç Dedeye çiçek bağlarlar, dönerler. Biraz zaman geçer, Avni’nin cebindeki bir tomar paranın kaybolduğunu fark ederler, ararlar bulamazlar. “Mezarlığa gidelim” derler. Ziyaret ettikleri mezarları gezerler. Saraç Dedenin kabrine yaklaştıklarında Avni yalın ayak, çorapsız bir kadının koşarak mezardan ayrılıp duvarın üstünden çıkıp gittiğini görürüler. Ağabeyi Reşat ise göremez. Kabrin başına vardıklarında parayı görürler. Para noksansızdır, cebinden ip çıkarırken düşürmüş. “Arife günü kabir kalabalık, bizim parayı dedem muhafaza etmiştir” diyorlar. Çil Osman rahmetli söylemiş. Çarşı Camiinde namaz kılmışlar. Saraç Dede tekrar namaza durmuş. Niye böyle yaptığını sorduklarında “Hoca merkebini asmaya bağlamış, namaz kılarken merkebin asmaya zararı dokunacak mı diye düşünüp duruydu” demiş.
Saraç Dede Ramazan aylarında bayrama 10 gün kala Çarşı Camiinde itikâfa girerdi. Caminin sağ tarafından merdivenin altında etrafı kilimlerle örtülü odası vardı, orada arife günü ikindiye kadar kalırdı, memleket selameti için dua ederdi. Benim çocukluğumda oraya devam ederdi. Yaşlılara soruyorum. Çok eski yıllara dayanıyor. Tabi orada oruç, iftar için Buldan’ın önde gelen aileleri gün alıyorlar, yemek gönderiyorlardı. O zamanın zenginleri Saraç Babaya yemek verelim diye birbirleriyle yarışıyorlardı. Çocukluğumda bazen ben de kalırdım. O güzel kokulu yer insana huzur veriyordu. Dedeme “Sen burada korkmuyor musun” diye sorduğumda “Benim arkadaşım çok, niye korkayım” derdi.
Saraç Dededen dinledim. Sarayköy’de İzmirli Hoca diye bir zat varmış. Kasık fıtığı olan hoca ameliyattan çok korkarmış. Bir gece rüyasında Hocayı ameliyat ederler, sabahleyin uyandığında Hoca bakar gerçekten ameliyat olmuş ve o dertten kurtulmuş. İbret almamız için bu olaydan hep bahsederdi. “Sen Cenab-ı Mevlaya kulluk yaparsan, yaklaşırsan o da sana korktuğun şeylerden korur” derdi. Cenab-ı Mevla bizi kendisine kulluk yapanlardan eylesin. Allah hepinizden razı olsun.
MERHUM ALİ SEYREK ANLATIMIYLA SARAÇ DEDE
Ali Seyrek bir arayış içindedir. İçindeki dini duygular, kabına sığmıyor. Bir rüya görür, Saraç Dedeyi görmüştür. Saraç Dedeyle tanışır, talebesi olur. Kadiri şeyhidir, ona inkisap eder. Sık sık beraber sohbet ederler. Zamanının belli bölümlerinde artık beraberdirler. Arada nadir de olsa dede talebesine keramet gösterir. Bir gün Şükür Cami karşısında Kamburun kahvesinin önünde otururken bir dilenci gelir. Dede saat cebindeki bütün parasını kırk kuruşunu dilenciye verir. “Dede bütün paranı dilenciye verdin, sana bir şey kalmadı” der. Dede “Ali Allah büyük, herkesin nasibini ayırmıştır ”der. Aradan yarım saat gibi bir zaman geçer, ufak bir kız çocuğu gelir. Dedeye “Annemin selamı var, bu parayı gönderdi, bana dua etsin diye” der. Gelen para iki buçuk liradır. Ali Seyrek şaşkınlık içerisindedir. Kırk kuruş vermiş, iki buçuk lira gelmiştir. Bu arada sohbetler devam etmektedir. Gene bir gün şimdiki Hükümet Konağının yerde oturup sohbet ederler. O zaman orası fundalık orman, Dede oturur. Yaz günü hava sıcak ama oturduğu yer buz gibi, kalkar bakar bir yılanın üstüne oturmuştur. “Hadi oğlum, sen git “ der. Sonra “Ali bak, bu dümdüz giderse cinlidir, eğer S çizerse yılandır” der. Yılan dümdüz gider. Orada kerametini göstermiştir. Dedenin Buldan dışından talebeleri vardır. Bunlardan birisi yüksek rütbeli bir Yarbay Ankara’da görevli olarak Sarayköy’e gelir. Gelmişken şeyhini ziyaret etmek ister. Buldan’a gelir şeyhini arar bulur, uzun uzun sohbet ederler, hasret giderirler. Yarbay hayran hayran şeyhini pür dikkat dinler. Der ki “Efendim affınıza sığınıyorum. Merak ettim sizin tahsiliniz nedir?” “Evladım ben ümmiyim” der. Yarbay yıkılmıştır. Hiç belli etmez, içinden der ki “Oğlum sen koskoca Yarbaysın. Bula bula bu hiçbir tahsili olmayan ümmi bir adamın peşine takılıp buralara kadar geldin, kendine şeyh belledin” . Dede Yarbayın gözünün içine bakar “Haklısın, sen koca bir Yarbaysın, ben ise okuma yazması olamayan bir ümmiyim değil mi?” der. Yarbayın kafasından kaynar sular dökülür. “Ben ne yaptım ”der, Dedenin ellerine sarılır öper. “Ne olur beni affet hocam, beni bağışla” der. Hoca yaşlanmıştır, göç zamanı gelmiştir. Ali Seyrek’ e der ki “Oğlum benim zamanım azaldı, sen Isparta’da Bediüzzamana git. Ona talebe ol”. Emri hak vaki olur. Ali büyük bir boşluk içindedir. Derken şeyhinin vasiyetini hatırlar, bir program yapar. Arkadaşları Mestan Kocadokur, Halil Kayalı ve Marangoz Halil’le beraber Isparta’ya giderler. Gittiklerinde Bediüzzaman yoktur. Birisi kapıya gelir ne istediklerini sorar. O da derki “Biz çağrıldık, üstadı görmeye geldik. “ Şu an burada yok, akşama gelin” der giderler akşam gelirler, daha gelmemiştir. Sonra İmpala bir taksiyle gelir. O an benim gözümde üstat Himalaya dağı gibi gözüktü, der. Üstad bunlara tek tek ismen hitap eder. Hoş geldiniz, der. Artık o günden sonra Bediüzzamanın talebesi olmuştur.