Mustafa GÜLBAY
Yazımızın ana ekseni HOŞGÖR'Ü DOKUMA...
Bu eksen, bugün yaşadığımız sorunların çözümünde, çok önemli bir yol gösterici olabilir...
HOŞ GÖR; GÜZEL GÖR...
HOŞ, Farsça'dan girmiş dilimize.
Türkçe tam karşılığı GÜZEL demek.
HOŞGÖR de, GÜZEL GÖR anlamına geliyor.
Öyleyse HOŞGÖR'e, güzel bakıp, güzel görme çağrısı diyebiliriz.
Burada durup, GÜZEL sözcüğünün kökenine bakalım biraz...
GÜZEL, bazı köylerimizde halen GÖZEL şeklinde söylenen kelimenin bugünkü hali.
"Göz" sözcüğüne "al" ekinin ilavesiyle türetilmiş.
Zamanla "GÖZ", "GÜZ"e, "AL", "EL"e dönüşmüş.
GÜZEL, "GÖZE ALMA" ve "GÖZE ALICI" deyimleriyle yakın bir ilişki içinde.
Bu bağlamda GÜZEL'in içleminde hem cesaret, hem cazibe var.
GÜZEL bakıp, GÜZEL görmek cesaret ister, cüretkarlık gerektirir.
Ama HOŞ'daki, tevazuu, yani alçak gönüllük yok GÜZEL'de.
GÜZEL sanki, fazla mükemmeliyetçi, gururlu bir sözcük.
GÜZEL sözcüğü yerine, Farsça HOŞ sözcüğünü seçmemizin sebebi bu olsa gerek...
DÜNYANIN EN ZENGİN DOKUMACISI BULDAN...
Buldan'ın dokumacılık kültürü çok köklü.
Sekiz bin yıl öncesine dayanıyor.
Bugün Buldan’daki dokumacılığın gelişmişliği, bu birikimin ürünü.
Dokuma; öncelikle, sanatsal duruşun, yaratıcı kimliğin ifade edebileceği bir üretim dili.
Bu nedenle düşünülen her şey, söylemek istenilen her söz, dokumanın diliyle anlatılabilir.
Aslında dokuma; söyleme, yazma, anlatma ve üretme aracı...
"Dokuma” yalnızca bir üretim yöntemi değil.
Işığı hissedebilme, dokuyu oluşturma, rengi kullanma, biçimi algılamanın dili, bu algıyı somut bir varlığa dönüştürmenin aracı.
BULDAN'ın en eski yerleşim yerlerinden biri TRİPOLİS.
Bugün burası, halk arasında DİRİBOL adıyla anılıyor.
Burada yapılan arkeolojik kazılarda, dokuma kültürünün sekizbin yıldan beri varlığını sürdürdüğüne dair çok önemli kalıntılara rastlandı.
Bu bağlamda, Buldan olarak dokumaya dair söyleyecek çok sözümüz var.
DÜNYANIN HOŞGÖR'Ü DOKUYAN YEGÂNE ŞEHİRİNİN ADI: BULDAN...
Bu sözün başında, HOŞGÖR'Ü DOKUMA geliyor.
HOŞGÖR'Ü DOKUMA hikâyesi, basit, ama derin bir hikâye...
Prof.Dr. Günay Atalayer'in "Buldan Dokumaları" adlı tez çalışmasını okurken, dipnotlardan biri dikkatimi çekti.
Bu sayede HOŞGÖR'Ü DOKUMA'nın hikâyesini öğrenmiş oldum.
Hikâye şöyle: Eşi Ayşe Hanım, peştemal veya sandal bezi dokuduğunu sandığı Süleyman Tansöker'e-dokunanı bildiği bir dokumaya benzetemediği için-; 'Bu nasıl iştir?' diye, bir serzenişte bulunur. Kızar.
Bunun üzerine Süleyman Usta; "Hanım, oldu bir şey. Bu da böyle oluversin. Kızma. HOŞGÖR." der.
Halk da, o günden sonra, bu kumaşa "HOŞGÖR" adını verir. Sülale de "HOŞGÖR" lâkabıyla anılmaya başlar.
HOŞGÖR'Ü DOKUYAN KAZANIR...
Elalem ne derse desin.
Beğenmesin.
Biz yeter ki güzel görelim.
Hoş görelim.
Kusurda güzelliği görmeye cüret edelim.
Hatalı olanı hoş görelim.
Cesur olalım.
O zaman, hayat bizi ödüllendirir.
Çünkü hayat cesurları sever.
Nitekim öylede olur.
Hayat HOŞGÖR'Ü DOKUYAN Süleyman Tansöker'i ödüllendirir.
Hem HOŞGÖR SÜLEYMAN, hem BULDAN dokumacıları, HOŞGÖR'Ü DOKUMA işinden çok güzel paralar kazanır.
Neticede HOŞGÖR'Ü dokuyan kazanır...
1930'lu 1940'lı yıllarda başlayan ve 1950'li yıllarda revaçta olan HOŞGÖR'Ü DOKUMA işi, 1954'de mucidinin hastalanıp, İzmir'de vefatı sonrası, eski cazibesini kaybetmeye başlar.
Yani zamanla hem HOŞGÖR SÜLEYMAN, hem HOŞGÖR'Ü DOKUMA unutulmaya yüz tutar.
HOŞGÖR'Ü DOKUMA DERDİMİZ, HOŞGÖR'Ü DOKUMA DERMANIMIZ...
HOŞGÖR vakur bir sessizlikle sandıkların dibinde, Mucidi HOŞGÖR SÜLEYMAN İzmir Kokluca mezarlığında bekliyordu...
Hatırladık, hatırlatmaya çalışıyoruz unutanlara...
Globalleşen dünyanın, HOŞGÖR'Ü, yutup yok etmesinin arifesinde, son bir suni teneffüsle hayata döndürmeye çabaladık, çabalıyoruz...
HOŞGÖR'Ü DOKUMA hikâyesiyle, geçmişiyle, sözcüğün melodisiyle, anlamıyla, zenginliğiyle, derinliğiyle sanırım ağır geliyor gündelik yaşantılarımıza...
Çok küçük bir ihtimal de olsa, HOŞGÖR'Ü DOKUMA'nın, hayatımızın rotasını değiştirebileceği umudunu taşımam çok mu hayalci bir yaklaşım?
Bana göre sanki böyle bir ihtimal var.
Çünkü HOŞGÖR, kullanıldığı bütün cümlelerden, tarif ettiği bütün duygulardan, onu telaffuz eden bütün insanlardan, içersine birşeyler almış, kapsamı genişlemiş bir kavram.
Bu yüzden, daha önceden hiç duymamış olsak da, unutmuş olsak da gönlümüzün derinliklerinde bir kıpırtı, kıpırdanış oluşturuyor.
HOŞGÖR çok güzel bir sözcük.
İnsanın içinden defalarca tekrar etmek geliyor.
Mekik atar gibi.
İlmik işler gibi.
Tezgâh dokur gibi.
Koza bağlar gibi.
Âdeta sihirli bir kelime.
HOŞGÖR'Ü DOKUMA berceste bir mısra.
İki kelimelik derin bir şiir, yitik bir şarkı gibi.
Nağme nağme akıyor.
Güzel hayaller kurduruyor.
İnsan bu kelimeleri duyunca, hep duymak istiyor.
HOŞGÖR'Ü DOKUMA dünyanın en güzel işi.
Eminim insan, HOŞGÖR'Ü HIRKASI'nı bir kere giyince, hep giymek isteyecek.
Çünkü HOŞGÖR dünyada eşsiz, benzersiz bir dokuma.
Sevmenin, sevilmenin hasıl-ı kelâm sevginin dokuması.
Düşündük ki, HOŞGÖR'Ü DOKUMA'nın heyecanını yaşatmamız gereken başkaları da olsa gerek.
Bu başkalarına ulaşabilirsek, bu kişiler HOŞGÖR'Ü DOKUMA'nın güzelliğini anlatmamızda bize yardımcı olur.
Öyle de olacak.
Buna canı gönülden inanıyoruz...
Amacımız HOŞGÖR'Ü DOKUMA'nın, HOŞGÖRÜ'nün ne kadar güzel birşey olduğunu insanlara hatırlatmak, gösterebilmek...
Amacımız HOŞGÖR'Ü DOKUMA'nın ve HOŞGÖRÜ'nün yeniden gündelik hayata karışıp görünür olmasını sağlamak...
Bu umutla çıktık bu yola.
HOŞGÖR'ü ve HOŞGÖRÜ'yü dert ettik kendimize.
Çünkü HOŞGÖR'Ü DOKUMA derdimiz, HOŞGÖR'Ü DOKUMA dermanımız.
HOŞGÖR umut oldu.
HOŞGÖR nefes oldu.
Nefes aldık, nefes verdik.
Pek çok açıdan eleştirildik, pek çok övgüye mazhar olduk.
Pek çok HOŞGÖR sevdalısı insan tanıdık bu süreçte.
HOŞGÖR'ü vücûda getirmiş Süleyman Usta... Biz de onu doğduğu topraklara, Buldan'a getirdik.
Atmışiki yıl sonra, Buldan toprakları, sokakları, caddeleri, heryer, herkes HOŞGÖR'Ü, HOŞGÖR'ün mucidi Süleyman Tansöker'i gördü.
HOŞGÖR giysi olmuştu, heykel olmuştu, çanta olmuştu.
En sonuda ustasına, mucidine kefen de oldu.
SİZ HİÇ YETİM OLDUNUZ MU?
HOŞGÖR kefen oldu ama, HOŞGÖR'ün kefen oluşu haber olmadı, olamadı...
HOŞGÖR SÜLEYMAN'ın cenazesinin atmışiki yıl önce getirilememesi, aileyi suçlar şekilde manşetlik haber başlığı oldu.
O günkü koşullar bilinmeden, babası öldüğünde altı yaşında olan Doğan Tansöker'den, hayatta olmayan ve o gün daha doğmamış olan akrabalarından "hesap sorulmaya" çalışıldı...
Düşünün, altı yaşında bir çocuksunuz.
Babanızı kaybettiniz.
Bir daha dönmeyecek.
Bunu biliyorsunuz.
Ama yıllarca pencerenin önünde oturup babanızın dönmesini beklediniz...
Her bayram sabahı öpmek isteyip de öpemediğiniz o elin yokluğu yaktı içinizi...
Sokaktaki çocuklar, aslan babalarından bahsederken, acıdı yüreğiniz, ürperdi içiniz taa derinlerden!..
Babanız yoktu, babanızın mezarı da.
Babanızın mezarını ziyaret etme imkânından yoksun kaldınız...
Bunları yaşamamışsanız HOŞGÖR SÜLEYMAN'ın oğlu Doğan Tansöker'i ve ailesini anlamanız çok zor...
Babasızlık altı yaşında ateşten bir gömlek giydirdi o küçük çocuğa…
Altı yaşında bir yetim düşünün, babasız kalıvermiş Buldan sokaklarında.
Buldan'lı çocuklar, babalarına seslendiklerinde, o küçük Doğan, boynunu bükük, gündüz hıçkırıklarını içine gömüp, geceleri sel gibi göz yaşı dökmüş olsa gerek.
Bugün yetmişbeş yaşında olsa da, içinde altı yaşında bir çocuk yaşıyor Doğan Tansöker'in.
Görüldü...
HOŞGÖR SÜLEYMAN'ın naaşını Buldan Mezarlığı'na nakletmekle, bugün yetmişbeş yaşında olan o yetim çocuğun, içini kanatan babasızlığına çare olmadık belki.
Ama bir nebze su serptik...
HOŞGÖR sülalesinin yanan yanan yüreklerine.
Devir, yeni cahiliye devri.
İnsanlar gaddar, bırakın yetimi koruyup kollamayı, kendi evladına hayrı olmayanların devri…
HOŞ BAK, HOŞGÖR...
ÇİRKİN BAKARSAK HEM GÖNÜL YORULUR, HEM AKIL...
Medyamızın amiral gemisi Hürriyet başta olmak üzere, diken.com.tr gibi ciddiye alınabilecek haber siteleri bile, duyarsız, gerçeklerle bağdaşmayan, "Ölen adamın cenazesi, iki saatlik yol için 62 yıl bekletilmiş" gibi akıldan, ahlaktan yoksun başlıklar attılar.
Bu çirkin bir bakıştı, hor görüştü.
Üzdü.
Gönülde yoruldu, aklı da. Bu yüzden basın açıklaması yapmak zorunda kaldık...
Bu güzel serüvende bize destek olan, yol gösteren, yarenlik eden, eleştirilerini esirgemeyen ve samimiyetimize inanan herkese müteşekkiriz.
Tüm bu güzel insanlar sayesinde, HOŞGÖR yeniden hayata karıştı. Buna vesile olmak bizim için kıvanç kaynağı...
HOŞGÖR'Ü DOKUMAK zor iştir.
HOŞGÖR'Ü DOKUMAK güzel iştir.
HOŞGÖR'ü DOKUMAK sabır ister.
HOŞGÖR'ü DOKUMAK hüner ister.
HOŞGÖR'Ü DOKUMAK emek ister.
HOŞGÖR'Ü DOKUMAK hayatın kendisidir.
HOŞGÖR'Ü DOKUMAK, nefes almaktır.
HOŞGÖR'Ü DOKUYARAK, insan hayatın ve nefes almanın anlamını öğrenebilir.
HOŞGÖR'Ü DOKUMAK güzel olanı yeniden var etmektir.
İnsan güzelliği, keşfederek, ama daha çok icat ederek yaşar.
Göz, neyi görürse, akıl onun derdine düşüp onunla meşgul olur...
Öyleyse, ey göz, güzel bak, güzel gör.
Hoş bak, hoşgör!...
Çünkü güzel bakıp, güzel gördükçe, hoş bakıp, hoşgördükçe kainat sırlarını verir bir bir.
Işık yoksa, karanlık vardır.
Işıktan, aydınlıktan korkanın düşüncesi esir olmuştur.
Cesaret yoksa esaret olur.
Cesaret yoksa karanlık olur.
Cesaret yoksa korku olur.
Korkak GÜZEL bakamaz, GÜZEL olanı göremez.
Karanlıkta GÜZEL görülmez.
Bu yüzden göze almaya CÜRRET, gözalıcı olana “GÜZEL” diyoruz.
GÜZEL olan, GÜZEL bakar, hoş bakar, HOŞ GÖRÜR.
KORKU varsa bakışta, görüşte hoş olmaz, güzel olmaz.
Çirkin bakarsak, hem gönül yorulur, hem akıl...
Olanı güzel ve çirkin, iyi ve kötü, faydalı ve zararlı kılan, güzel ve çirkin gösteren düşünce tarzımız, bakış açımız, yaklaşım biçimimizdir.
KARDEŞLİĞİN SOYADI: BULDAN
Türkiye'nin soyadı tarihi birbirinden ilginç hikayelerle dolu...
Yalnızlaşmanın "kendi ayakları üstünde durmak" olarak kutsallaştırıldığı, kimsenin kimseye ihtiyaç duymadığı, birbirini horgörmenin geçer akçeye dönüştüğü bir dünyada, kim merak eder, sürgün geldiği yeri soyadı olarak alan bir insanın hikâyesini...
Güzel bakan, güzel gören, hoş bakıp, hoş gören insanların şehridir BULDAN.
Kendine benzetir.
Zorla değil.
Güzellikle.
Güzellleştirir.
Buldan'a gelir, Buldan'da kalırsınız.
Gitmek durumunda kalsanız bile, 'Beni Buldan'a gömün' der, Buldan olursunuz.
Hoş görüldüğünüz, sevgi gördüğünüz için, Buldan'ı soyadı alırsınız.
Hepimize ders niteliğinde, bugün yaşadığımız sorunların çözümünde yol gösterici olacak, örnek alınacak bir KARDEŞLİK, HOŞGÖR'Ü hikâyemiz var.
Okumak isteyene...
Bir kısmını rahmetli anacığımdan dinlemiştim.
Bir kısmını da, anamın amcası Nizam Ali'nin oğlu Cevdet Kazakoğlu yazdı(1), anlattı...
Yıl 1930.
Hakkari İli, Yüksekova ilçesine bağlı bugünkü adı Dağlıca olan, Oramar'da isyan çıkar.
İsyana karışmasa da, güvenlik tedbirleri gereği, Oramarî Aşireti'nin 30 yaşlarındaki reisi Şükrü Ağa, Devlet tarafından Buldan Yaylası'nda zorunlu ikamete tabi tutulur.
Şükrü Ağa aşiretin geçimi için, hayvancılık yapmaktadır.
Aynı yıllarda dedem (Rahmetli Anamın Babası) Nizam Şaban ve kardeşi Nizam Ali, birlikte koyun keçi alıp Girit ve Rodos'a ihraç etmektedirler.
Bu vesile ile tanışırlar Şükrü Ağayla, aralarında kısa sürede bir dostluk oluşur.
Şükrü Ağanın hayvanlarını alıp, ihtiyaçlarını görüverirler.
Bir vakit sonra, Şükrü Ağanın dedemden bir isteği olur.
Der ki: "Şaban Ağa, bizim yağı, peyniri de satıverin."
Dedem: "Şükrü Ağa, satmasına satarız da... Sen kendin gidip satsana 'Buldan Pazarı'nda. Buldan bir adım yer." der.
Şükrü Ağa: "Şaban Ağa, bilirsin. Biz sürgünüz, pazarda sıkıntı çıkarırlar bize..." der, çekine çekine.
Dedem Nizam Şaban ve kardeşi Nizam Ali der ki; "Ağa, sen hiç çekine. BULDAN medenidir, HOŞGÖRÜLÜDÜR. Ayrıca biz varız. Bizim dostumuza kimse sıkıntı çıkarmaz, çıkaramaz."
Şükrü Ağa çekine çekine gider 'Buldan Pazarı'na.
Akşam evine döndüğünde mutludur.
Peyniri, yağı satmış, ihtiyaçlarını görmüştür.
Bundan sonra, her perşembe 'Buldan Pazarı'na gider, satacağını satar, alacağını alır, pazarını kendi görür.
Aradan üç yıl geçer.
Zorunlu ikamet sona erer.
Ailesiyle birlikte Dağlıca'ya, doğduğu topraklara geri döner.
1934 yılında Soyadı Kanunu çıkar.
Her aile reisi bir soyadı seçme kararı alır. Seçilen soyadı, çevredekilere mesaj, gelecek kuşaklara aidiyet duygusu vermeyi amaçlar.
Şükrü Ağa, BULDAN soyadını seçer. Bu seçim,
Şükrü Ağa'nın, Buldan'dan gördüğü ilgi ve sevgi karşısında, kendini Buldan ile özdeşleştirilmesinden kaynaklanmıştır.
Bu bağlamda Nicole Lapierre'in “Changer de nom” adlı eserindeki: "Soyadı, insanın kimden doğduğunu ve/veya nereden geldiğini söyler ve ilke olarak hiçbir kaçış yolu bırakmaksızın, bir yer tayin eder. " ifadesi, Şükrü Ağa'yı belirleyenin, doğduğu yer değil, ilgi gördüğü, sevgiye... hoşgörüye doyduğu yer olduğunu gösteriyor.
Parçası olmaktan her zaman onur duyduğum BULDAN HALKININ ENGİN HOŞGÖRÜSÜ, BULDAN'IN KARDEŞLİĞE SOYADI OLMASINI SAĞLAMIŞTIR...
BU GÜZEL İNSANLAR NASIL BU HÂLE GETİRİLDİ...
Kim mi Şükrü Buldan?
Gelin onu da, oğlu Barış Kırıcı'yı Dağlıca'daki patlama sonrasında Şehit(2) Veren Değerli Gazimiz, 1975'de Dağlıca Karakol Komutanı olan Hayri Kırıcı'dan dinleyelim.
Hayri Kırıcı, Koray Gürbüz ile 09.05.2016 tarihinde yapmış olduğu röportajda(3):
"Oramar aşiret lideri Şükrü Buldan’dı. Tanıştığımda 75 yaşında, oturaklı, dünyalar güzeli bir adamdı. O kadar milli bütünlükçü ve Atatürkçü biriydi. Evinde Atatürk’ün ve Bülent Ecevit Kıbrıs Fatihi resmi vardı. Ortalarında da Kıbrıs’ın güvercin dallı haritası vardı. Şükrü Ağa gibi, köylüler de devletine çok bağlıydılar. Şükrü Ağa da sağduyulu ve vatanını seven bir insandı.
Oğlu İsmet Buldan, Dağlıca muhtarıydı. Diğer oğlu Nazım Buldan, Şule Köyü muhtarıydı. Yazılı köyü muhtarı Mehmet Serdar, iki yaka köyü muhtarı Sabri… Hepsi Şükrü ağanın otoritesindeydi.
Necdet Buldan benim yaşlarımdaydı. Şimdi milletvekili olan Pervin Buldan’ın öldürülen kocası Savaş Buldan, elinde bir bastonla atçılık oynayan, tıfıl, sümüklü bir çocuktu.
Şükrü Ağanın hanımının kardeşi, emekli bir levazım albayıydı. Emekli olduktan sonra Hakkâri milletvekili oldu. Şükrü Ağanın oğulları “dayı” derdi o albaya.
Yıllar geçti, o çocuk büyüdü ve adları uyuşturucuyla anılır oldu. Savaş Buldan’ın eşi Pervin Buldan, Meclis Başkan Vekilliği yapıyor, her gün PKK ile ülkeyi bölmek için söylemler geliştiriyor.
İnanın şu an Şükrü Ağa hayatta olsa eline bastonu alır, hepsini bastonla döver, gönderirdi. Çocuklarının bu durumunu görse adam kahrından ölürdü herhalde.
(...)
Şimdi düşünüyorum da onların oğulları, torunları bize kurşun sıkıyor, inanılır gibi değil! Anlayamıyorum. Bu güzel insanlar nasıl bu hale getirildi hiç anlamıyorum." diyor.
Oğlu Barış'ı Dağlıca'da kurulan hain tuzakta Şehit Veren, Dağlıca eski Karakol Komutanı Değerli Gazimiz Hayri Kırıcı'nın bu sözlerinden sonra ne demeli şimdi?
Rahmetli Yaşar Kemâl'in, Demirciler Çarşısı Cinayeti adlı romanının ilk cümlesinde dediği gibi; "O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık” mı demeliyiz?
Herşeye rağmen, "HOR GÖRME, HOŞ GÖR" mü demeliyiz?
Takdir senin sevgili okur...
Sürç-i lisan ettiysek HOŞGÖR...
Dipnotlar:
(1) Cevdet Kazakoğlu, Hakkari'de Buldan Soyadı, Buldan'da Yaşam, Nisan 2015, Sayı: 113
(2) Asker baba oğlunu başı dik uğurlandı, Aydınlık, 29 Ağustos 2012 Çarşamba
(3) Aydınlık, 8 Mayıs 2016 Pazartesi