Üniversite mezunu şu anda evli ve boyu kadar çocukları torunları olan değerli bir dostun bir gün beni arayarak “sana başımdan geçen, yıllar önce üniversiteye kayıt yaptırmaya gittiğimde, yaşamış olduğum kırık bir aşk hikayesini anlatacağım ama isminin yayınlanmayacağı şartıyla” dedi.
Tabiki dedim, elimden geldiği kadarıyla anlatmaya çalışırım ama gazeteyi çıkaran arkadaşlar yayınlarlar mı bilemem dedim. Buluştuk, evime geldi ve başından geçenleri noktasına ve virgülüne dokunmadan sizlere aktarmaya çalışacağım.
Tabiki bu gerçek hikaye yıllar önceye ait. Gerçek duygularla saf, temiz ve aşkların ve bazen de karşılıksız duyguların (şimdikilerin deyimiyle platonik)olduğu, adeta bir Yeşilçam klasiği gibi hikayedir. Şimdiki gibi uluorta, vıcık vıcık, abartılı, gelip geçici aşkların olmadığı yılara aittir.
Dostum şöyle başladı anlatmaya:
“Sahildeki randevumuza birkaç saat erken geldim, heyecandan içim içime sığmıyordu. Kalbim sanki yerinden fırlayacak gibiydi. Sabaha kadar heyecandan gözlerimi kırpmadım desem yeridir, nasıl olmasın ilk defa bir kızla buluşacaktım; etraftaki masalarda pek kimseler yoktu.
Çok güzel olmayan masaların, örtülerin, sandalyelerin bulunduğu bir çay bahçesiydi ama çok şirin ve temiz bir yerdi.
Elimde günlük bir gazete vardı, gelirken 2 poğaça ve simit almış, beraber kahvaltı yaparız diye düşünmüştüm. Oturdum ve garsona bir çay söyleyip, tek bir yudum bile almadan sahile vuran dalgaları, uçan martıları, aheste gezen sandalları seyrederek çayımı yudumluyorum. Bu arada da sen gelince neler konuşacağımı düşünüyorum.
Okul kaydımı yaptırmak için bir yabancı kente gelmiştim. Bir başka şehir, bizim için yabancı diyardı. Okulda kayıt sırasında birbirimize çarpmamızı, elimdeki dosyaların yerlere dağılmasını ve bu arada göz göze gelmemizi, dilimin nasıl dolaştığını, senden bu randevuyu aldığımı bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiriyorum.
Bu arada martılar suya dalıp yükseliyorlar, insanlar dakikalar geçtikçe masaları doldurmaya başlamıştı. Bizim taşrada, küçük yerlerde, değil randevulaşmak göz göze gelmek bile çok zor olan bir şeydi. Ben bunları bu arada düşünürken çayım soğumuş, dalmış gitmişim. Saatin nasıl geçtiğinin farkına bile varmamışım. Randevu saati geçmiş ve o hala ortalarda yoktu. İçimi bir korku kaplamış, acaba gelmeyecek mi diye düşünmeye başlamıştım.
Bu arada bir saat geçmiş o hala görünmemişti. Ve nihayet çay bahçesinin kapısından içeri girdi ama yanında şık giyimli, yakışıklı bir beyle. O anda kalbim sanki duracak gibiydi. Elimdeki gazeteyi hemen okuyor gibi yüzüme kapadım.
Beni görecek bir vaziyette bile değildi. Kol kola geldiği o gençle uzakta bir yere oturdu. Birbirlerinin gözlerinin içine bakarak ve gülerek sohbete başladılar. Bu durum benim için adeta hayal kırıklığı idi. Bizim gibi saf ve temiz duyguları olan Anadolu genci için tam bir yıkımdı. Daha adını bile bilmiyordum. Dün ondan o randevuyu alırken heyecandan sormayı unutmuştum. Öylece dona kalmıştım. Oradan ona nasıl görünmeden ayrıldığımın farkında bile değildim. Artık bundan sonra hiçbir kıza güvenmeyecektim. Belki de uzun yıllar kimseyle arkadaşlık bile yapmayacaktım. Hatta okul kaydımı bile sildirmeyi düşündüm. Derhal memlekete dönmeye karar verdim. Kaldığım otel odasına döndüğümde eşyalarımı toplarken sakin kafayla kendimi toparladım. Daha adını bile bilmediğim bir şımarık, benimle bu derece alay eden kız için istikbalimi harcamaya değmezdi.
Okulda karşılaştığımızda, göz göze geldiğimizde hiç ezilmeden karşısında duracaktım. Okuyup iyi bir yerlere gelecek ve belki ondan daha güzel bir kızla evlenecektim. Ama kırılan gururumu da belki uzun yıllar tamir edemeyecektim.
Aylar sonra aynı yere tekrar anılarımı tazelemek için gittiğimde oturduğum masaya içimden gelen şu satırları karaladım onun için.
Oturduğum masalara,
Körfezdeki dalgalara,
Uçup giden martılara,
Gökyüzünde yıldızlara,
Bilmediğim insanlara,
Rıhtımdaki sandallara,
Seni sordum yok dediler.
Ama şimdi hiç te pişman değilim değilim. Dünya tatlısı iyi bir eşim, çocuklarım ve torunlarımla çok mutluyum ve en güzeli de güzel Buldanımızda yaşıyorum. Kışı ayrı yazı ayrı bir güzel, insanları güzel, sebze ve meyveleri güzel. Tam yaşlanınca yaşayabileceğimiz eşsiz bir memlekete sahibiz.
Daha ne isteriz.