Neleri özlüyorum değerli dostlar biliyor musunuz?
Hala unutamam çocukluğumun, gençliğimin, evlendikten sonra yıllarca yaşadığım Tatarlar Mahallesi’nin (4 Eylül Mah.) eski halini özlüyorum. Birçok ailenin büyüklü küçüklü yazları yayla suyuyla Gossen Halla amcanın pazarladığı ve şu günde bile hala yaşayan abilerin ve amcaların bulunduğu Cıvacı diye hitap edilen şahısların sırayla ellerindeki fenerlerle bahçelerini suladığı günleri özlüyorum.
Her mahallede insanların yüzde 80’inin bahçesi bulunurdu. Yazları meyve ve sebze az çok ekilirdi. Yazın ayrı bir rengi, güzelliğiydi. Sulama sırası yüzünden komşuların birbirleriyle tartıştığı yeri geldiğinde küsmelere kadar varan o günleri özlüyorum.
Komşun Çerkez Salih amcanın Perşembe akşamları gece sarhoş gelerek eve alınmayınca kapı önünde Atam sen kalk ben yatam diye nutuk çektiği günleri özlüyorum. Uyandığın zaman erkenden kalkıp sabah namazından sonra tezgah çukurlarına giren, çocuklar kalkıncaya kadar 2’şer gerim indiren anne babanın dokuduğu el tezgahlarının seslerini özlüyorum. Okuldan çıkınca yaz başlangıçları zamanı eve gelince ikindi namazı ekmek haranısından (tencereden) bir parça ekmek kopartarak kavanozdan annelerimizin bastırıp yaptıkları peynirden alıp, bahçeye dalarak patlıcan, domates, biber yolarak yıkamadan bahçenin bir köşesine oturup yediğimiz günleri özlüyorum.
Haydar AZGINOĞLU abinin ev yaptığı yer bizim çimenlik diye adlandırdığımız oyun alanı idi. Oynarken akşama yakın oranın sahiplerinden Bulgar göçmeni Şoför Ziya Abinin ansızın gelip çocukları Karşıyaka Gölbaşı’na kadar koşturduğu günleri özlüyorum.
Mahallede çocuklarla oynadığımız zaman, susadığımızda mahallenin antika çeşmesinden su içtiğimiz günleri özlüyorum. Çeşmemiz Rahmetli Karcı Suat abimizin evinin tam köşesindeydi. Şimdi Eşref EKLİOĞLU ve kardeşlerinin bulunduğu havlucu dükkânının köşesindeydi. Etrafı yuvarlak kalın demir kapakla kaplı en üstünde bilek kalınlığında sarı tunçtan yapılmış parçayı kaldırırsın oluk gibi su akar. 1955 de 4 Eylül okuluna başladığım ilk defa kâğıtta tanıdığım Başöğretmen Rıza BAŞBUĞ beyi, birinci sınıf öğretmenimiz Nezahat Hanım, 2’nci sınıfta alıp bizleri Cumhuriyet okulundan mezun eden Raife hanımı müdürümüz Şinasi GÖKÇEDAĞ’ı, ortaokulda müdürümüz İsmail SEZGİN ve eşi Nezahat hanımı, çok da değerli bir Fransızca öğretmeni olan Kerim beyi, Tayyare diye lakabı olan bir serçe gibi hızlı yürüyen ufak tefek Reyhan hanımlı günlerdeki ortaokulumuzu özlüyorum.
Bazen barışık bazen dargın yıllarca aynı arastada yaşanılan, yeri geldiğinde çok güzel komşuluk ilişkilerinin sergilendiği günleri özlüyorum, çocuğun bir tanesinin ishal, karnı ağrıyorsa mahallenin yaşlı ninenin birisi hemen gelir hamurdan bir yakı hazırlar göbeğine sararlar yarım saate kalmaz çocuk sokağa çıkar oynamaya başlar. Yüzünde temek, gözünde sivilce(bir adı iddirse) olsa hemen mahallenin dedesi veya ninesi ocak olan yaşlı, okur, biraz çamur sürer, ertesi güne bir şey kalmaz. Şimdi doktordu tahlillerdi koştur allah koştur.
Evlerde bir tek soba vardır, o da tezgah odasında bulunur. Akşamdan sonra, çocuklar yatmadan önce mangala közler alınır, çocukların odasına konur, yer yatakları yapılır. Odanın soğuğu kırılsın denir. Yorganlar açık bırakılır. Daha sonra anneler çocuklarını yatırırken “hadi bakalım iki kardeş sarılıp uyuyun” derler. Evin kedisi sokaktan gelir, ıslaktır. Önce mangalın altına yatar kurulanır, daha sonra yanına gelip seslenir, yorganı aç der, girer yorganın içine. Seninle sabaha kadar mırıl mırıl uyur. İşte ben o günleri özlüyorum.
Şimdiki BELSAM’ın eski binasının halini özlüyorum. Perşembe sabah namazından sonra, dokumacılar ürettikleri malları dualar eşliğinde teşhir ederler, saat 9-10’a kadar satış yaparlar. Daha sonra pazarcılar, basmacılar yayınır, öğleden sonra da sebze ve meyveciler satış yaparlar.
Eğer yaz günüyse de karcılar, dondurmacılar satışa başlar. Deve güreşi zamanı da en az 4 tane deve bağlanırdı. Böylece orası çok yönlü, renkli kullanım alanı olurdu.
Hemen altında bulunan un pazarı da renkli bir yerdi. Dışarıdan çok sayıdan un satmaya gelen uncu olurdu. Herkes ellerine un keselerini, çuvallarını alır mutlaka un pazarına uğrardı. Kapıdan girince mis gibi buğday kokusu burnunuza vurur, katkı yok, fenni gübre yok, şimdiki gibi hormon yok. Evlerde annelerimiz, ninelerimiz her hafta yada 15 günde bir yufkalar açarlar, afiyetle yersin. İşte ben o günleri arıyorum.
Keretmez amcanın “20 patlıcan 1 lira, 10 karpuz 1 lira” diye bağırdığı günleri arıyorum. Birçok kişi Keretmez satışa başlasın diye bekler, ondan alışveriş yapar; yamuk yumuk, çürük çarık demez alır satardı rahmetli.
Akın Lisesi’nin olduğu yerde Motorhanenin ürettiği elektrikli günleri özlüyorum. Bir çok çocuğun, gencin çok güzel anıları vardır orada. Çünkü havuzunda yasak olmasına rağmen çocuklar kaçak yüzerlerdi. Görevli gelir, çocukların elbiselerini alır, çocuklar çıplak olarak kaçarlardı. Bu çocukların bir çoğu talebe olduğu için öğretmenlere başları derde girerdi. Hey gidi günler…
Asalı dayının her gün İçme Deresi’nden maden suyu şişeleyerek, merkebiyle tavşancıl kokulu sattığı günleri özlüyorum. Çocukluğumuzdaki, gençliğimizdeki tam çalgılı, bayraktarlı, zaman zaman sarhoşların çıkardığı kavgalı düğünleri özlüyorum.
Yukarı Deyman (Değirmen), Turfanyüzü’ndeki Aşağı Deyman’daki akan suları çağlamasını, kışın donmuş sucukların bilek gibi olduğu ve insanların o şahane manzaraları seyretmeye gittikleri günleri özlüyorum. İnsanların yılbaşlarında birbirlerine gönderdikleri o güzel kış manzaralı tebrik kartlarını özlüyorum.
Buldan’ın kurtuluş günü olan 4 Eylül’ün sabahında Alanyazı’daki coşkulu kutlamaları, öğleden sonra da Vakıf alanındaki pehlivan güreşlerini özüyorum. 19 Mayıs’ın ve diğer milli bayramların o müthiş coşkulu duygularla yaşanılan günleri özlüyorum.
Eski dini bayramların tatları bir başkaydı. Kurban Bayramlarında dedem rahmetli kasaplık yapardı. Onun yanında bıçak, masat, satırın bulunduğu küçük sepeti zevkle taşıdığı günleri ve bütün mahallenin yaşlılarını dolaşıp ellerini öptüğümüz günleri özlüyorum.
Almanya’dan, askerden özenle, büyük bir saygıyla yazdığımız mektuplu günleri özlüyorum.
Numune Kardeşler Sineması’nda filmin 10 Dakika sigara molasında arkadaşlara kaçtığımız ve Sinemacı Yusuf amcanın bizleri 10 dakika sonra bulup dışarı çıkardığı günleri, arkadaşlarla badem, elma, erik çaldığımız günleri özlüyorum.
Aşağı Haydar’daki dedemin bağındaki yaz tatillerinde yaşanılan o güzel anıları, akşamları bağ fenerlerinin eşliğinde bağ komşularına gidilen ziyaretleri, ayazlıkta uyuduğumuz, toprakta yalın ayak koşturduğumuz, sabah kalkınca dalından 3-5 yemiş, asmasından salkımıyla üzüm yediğimiz günleri nasıl özlüyorum bilemezsiniz. Bağ komşusuna gittiğinizde, komşunuzun ikramı da üzüm,yemiş varsa karpuzdur. Ama seninkinin ayrı bir tadı mı olurdu ne…
Yazlık sinemaların ayrı bir zevki vardı. Ne yazık ki zamaneye kısmet olmadı, bizler son şanslılarız.
1960’lı yılların başında okurken, Güzelleştirme binasının olduğu yerde, babam ve arkadaşları 2 tane voleybol sahası yapmışlardı. 1 TL sinema bileti karşılığında akşam ezanına kadar iddialı maçlar oynanırdı. 200-300 kişi zevkle izlerdi.
Dispanserin bulunduğu yerde, yukarı sahada babamların futbol oynadığı, olumsuz ve sıkıntılı şartlarda, maçların asayişini tek başına sağlayan Emirdağlı bekçibaşı Ali Dayı’nın yönettiği günleri özlüyorum.
Tenekeci Muzaffer abinin babasının yetiştirdiği, yiyince adeta ağızda eriyen pırasasının sadece ben değil bütün Buldanlıların dilindedir lezzeti. Özlememek mümkün değil.
Gömme Hafız’ın Çarşı Camii’nde gür sesiyle, mikrofonsuz minarede okuduğu ezanı, İmam Halit Hoca’nın kıldırdığı namazları, Oflu H. Ahmet hocanın tıklım tıklım olan derslerini, teravihlerin sadece caminin içi değil, dışının da dolu dolu olduğu namazları, Halit dedemizin teravihin son gecesinde ağlayarak namaz kıldırdığı günleri özlüyorum. Şimdiki gibi 3-4 safla namazlar kılınmazdı. Şimdi niye böyle oldu diye kendi kendimizi sorgulamak mı lazım bilmiyorum.
O gün ki Çarşı esnaflarının renkli bir çok simalarından olan Yarangümeli Mustafa, Kocaefe Ahmet, küçük bir marketi olan Balcı Rüştü, renkli bir giyim tarzı olan Helvacı Sağır Şevket, ekmek ustaları Hacaşı Mehmet, Ekmekçi Ahmetler, Mola Osmanlar, Sepet Nazmi, Ekmekçi Nadir, mahallemizin fırıncısı ve simitçisi Aşkel Ethem, Arif Ali, Eczacı Sayınerler, Ahmet Pamuk’u günleri özlüyorum.
Birçok usta berberleri, terzileri, Molliyipler’i, Demirci Sadıklar’ı, giyinmesini iyi bilen Ziya Çelebi’yi dedemiz Kasap Amca Ahmet’i, daha isimlerini sayamadığım usta simitçileri özlüyorum.
Gerçek dünyaya göçen bu güzel insanları rahmetle ve saygıyla anıyorum. Mekanları cennet olsun.