İNSAN GÖNÜLDEN İSTERSE
Yayınlanma :
13.01.2024 17:31
Güncelleme
: 13.01.2024 17:31
YEMEK KONUSU
Almanya’da okul arkadaşlarımızla birlikte staj yaptığımız fabrikanın lojmanında kalırken yemek konusunu ayrı ayrı halledemeyeceğimizi anladık ve şöyle bir görev bölümü yaptık: 1-Aşçı, 2-Aşçı yardımcısı, 3-Pazarcı, 4-Salatacı, 5-Kahvaltıcı, 6-Bulaşıkçı. Bu görevler haftalık periyotlarla dönüşümlü olarak devam ediyordu.Bunların içinde en zoru, kahvaltıcının göreviydi, zira sabah saat 6:30’da işbaşı yapıldığından, en geç 5:30’da kalkıp çayın demlemesi, ekmeklerin kızartılması, domateslerin dilimlenmesi gerekiyordu. Bu hizmetleri Türkiye’ye dönene kadar hiç aksatmadan problemsiz yerine getirdik. Hatta hepimiz kilo bile aldık. Almanya’da marketler erken saatte kapandığından, (tabii biraz da gezme bahanesiyle) tercümanımız Oktay’ı da yanımıza alarak alışverişe birlikte giderdik. Genelde bir karı-koca çiftin çalıştırdığı yakındaki marketten alışveriş yapardık. Bir defasında rafta bamya konservesi görünce satın aldık. Marketin sahibi olan bayan “bu nasıl bir yemektir, merak ediyorum” deyince, biz de onları akşam yemeğine davet ettik. Zeki bol domatesli, soğanlı şahane bir yemek yaptı. Müstakbel eşim Nurten’in gönderdiği tarif üzerine yaptığımız pilav da tane tane oldu. (Aramızda ona “yenge pilavı” derdik.) Yanında bolca güzel bir salata, biraz da mezelik, masa hazır... Misafirlerimiz Alman dakikliğiyle tam saat sekizde lojmanımıza geldiler. Hayatlarında ilk defa bamya yemelerine rağmen, çok beğendiler. Birlikte yiyip içerek hoş bir akşam geçirdik. Öyle ki sohbet sırasında bizleri daha önce tanıdıkları Türklerden farklı gördüklerini dile getirdiler. Biz de onlara işçilerimizin Türkiye’nin çeşitli yörelerinden geldiklerini, töre ve kültür farklılıklarının olduğunu, ama özlerinde hepsinin iyi insanlar olduğunu ve bütün Türklerin çok misafirperver olduklarını dilimizin yettiğince anlatmaya çalıştık. On beş gün sonra da onlar bizi evlerine davet edip Alman mutfağından hazırlanmış meze ve yemeklerle bizleri çok güzel ağırladılar,
ÖĞRENCİ KARŞILAŞMASI
Almanya’daki ilk günlerimizden birinde, tavuk almak için bir kasaba gittik. Laboratuvar gibi pırıl pırıl bir dükkân, çalışanların hepsi de genç ve güzel bayanlar… Tabii biz delikanlı halimizle karşımızda onları görünce bildiğimiz Almancayı da unuttuk. Sözlüğü de lojmanda bırakmışız. Vitrinlerde bir tavuk ürünü göremeyince, ben horoz gibi ötmeye, Aygün de tavuk gibi gıdaklamaya başladık. Haliyle kızlar gülme krizine girdiler ama derdimizi anlayıp tavukları da dolaptan çıkardılar. Tezgâhın üzerinde önü cam, yanları açık içi envaı baharat şişeleri olan vitrinden Aygün bir baharat aldı. Aşçıbaşımız olan Zeki, baharatı Aygün’den alıp inceledi, ancak yerine koymak isterken vitrinin camını fark etmediği için“güm” diye cam vitrine kafayı vurunca bu sefer hep birlikte gülme krizine girdik. Zeki’nin yüzü kıpkırmızı oldu utancından. Sonradan kasapta kızların bu kadar çok olmasının nedenini öğrendik. O kızlar öğrenciymiş ve sabahtan okullarına gidiyorlarmış. Öğleden sonra da seçtikleri bölümün pratiğini yapmak için iş yerlerinde çalışıyorlarmış. Aynı bizdeki meslek okullarının stajı tarzında… Yalnız aradaki fark, bizler öğleden sonrası kendi okulumuzun atölyelerinde pratik yapardık, onlar piyasada yapıyorlar. Bence hayatı tanımak adına daha başarılı bir sistem.
NİŞAN
Bize yakın bir kasabada, bizim İstanbul’daki Tatbiki Güzel Sanatlar okulumuzun tekstil bölümünden Nihat Onur isimli arkadaşımız da staj yapıyordu. Kader-kısmet bu ya; bulunduğu o kasabadan İnge isimli bir Alman kızıyla arkadaş olmuşlar ve nişan yapmaya karar vermişler. Nihat bizleri nişana davet etti. Bizler oğlan evi olarak katılacağız zira bizden başka kimsesi yok Almanya’da. Arkadaşlarla nişana giderken bir gül buketi yaptırmaya karar verdik. Bu görevde Zeki ile bana düştü. Ne var ki ikimizinde Almancası yok hükmünde… Neyse gittik bir çiçekçiye. Çalışan bayana dilimiz döndüğünce dedik ki “bize kırmızı bakara güllerinden 40 marklık bir buket yapar mısınız?”. Çiçekçi hanım öyle şahane bir buket yaptı ki görme gitsin…40 markı verdik ama bayan itiraz etti…“Kırk mark daha vereceksiniz” dedi, biz de şaşırdık tabii. “Neden ki” diye sorunca,“siz benden kırk tane gülden oluşan bir buket istediniz” deyince anlaşmazlığın sebebini anladık. Yiğitlik bizde kalsın diye verdik kırk mark daha. Neyse buketle birlikte nişan evine vardığımızda bizlere bir itibar, bir itibar… Baktık bizim buket nişan evinin en güzel, en görkemli çiçeği. İçimizden dedik ki “helal olsun verdiğimiz seksen marka”. Çiçeklerin gördüğü bu itibardan sonra 40 marklık farka kimse olumsuz bir laf etmedi. İnge ile Nihat daha sonra evlendiler. Hatta yıllar sonra onların Türkiye’deki evlerinin dekorasyonunu ben yaptım.
ÇALIŞAN SAĞLIĞI
Yaz ayları olduğu için fabrikanın bazı ustaları yıllık izne çıktıklarından onların görevlerini bize veriyorlardı. Elbette bu bizim için büyük şanstı. En yüksek kalite işleri Almanlara, ardından sırasıyla İtalyanlara, İspanyollara, Türklere ve diğer işçilere veriyorlardı. Üretim, yürüyen bant şeklinde devam ettiğinden, tempoyu düşürmeden verilen görevi kusursuz yapmak mecburiyetindeydin. Çeşitli görevlerden sonra kabinlerin üzerine tatbik edilen polyester kısmında çalıştım. Bu bölümde, 4 adet TV kabinini dönen bir tezgâha bağlıyorsun, o dönerken boya tabancası ile polyesteri üzerine atıyorsun. Burada önemli olan polyester belli bir kalınlığı geçmeyecek ve yere de akmayacak. Atış yerinin karşısında geri planda suların aktığı küçük bir şelale var. Kuvvetli aspiratörler atış tabancasından çıkan fazla polyesteri kendine çekerken zerrecikler de suya yapışarak hem çalışanı hem de çevreyi korumuş oluyor. Polyester zehirli bir madde olduğundan her gün üç şişe süt içmem gerekiyordu.
İŞYERİNE VEDA
Bizler için mesleki yönden çok eğitici ve başarılı bir staj yapmış olduk, ülkemizde görmediğimiz teknolojilerle tanıştık, yeni dostluklar edindik. Yeni bir ülkeyi gördük. Onların yaşantılarına, millet olarak ne kadar çalışkan ve disiplinli olduklarına tanık olduk. Almanya’nın bize yakın olan büyük şehirlerini gezdik, oraların sanat merkezlerini gezdik. Hafta sonlarını bu şekilde değerlendirdik. Sonunda Türkiye’ye dönme vakti gelip çattı.
Çalıştığımız bölümün şefine vedaya gittiğimde bana “sen burada kal, seni şef olarak yetiştireyim” diye teklifte bulununca şaşırdım kaldım. Bu tüm hayatımın akışını değiştirecek bir teklifti. Ama ben kendisine teşekkür ettim.“Okulumun bitmesine daha iki sene var. Maalesef bu mümkün değil ama bu teklifiniz beni çok onurlandırdı. Bu güzel görüşleriniz için tekrar, tekrar teşekkür ederim” dedim. Bana “okul bitince gelmek istersen kapımız sana daima açık” dedi çok samimi olarak. Şef bana bu teklifi yaptığında kafamdan art arda fikirler geçti. İçimden “demek ki bende bir yetenek var. Öyleyse bende mezuniyetten sonra kendi işimi kurarım; en az elli, yüz kişiye ekmek kapısı açarım; ülkemde insanlara faydalı olurum” diye temenni ettim. Belli ki Allah’ım bu dileğimi kabul etmiş. Çünkü iş hayatına atılıp kendi işimi kurduğumda hep elli ile yüz arasında personelim oldu. İşte… Yazının başında da dediğim gibi. İnsan gönülden istediği şeylere dikkat etmeli. Çünkü günün birinde hepsi gerçekleşebilir.


Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: