BİLGİ SANA GELMEZSE
Yayınlanma :
16.12.2023 15:53
Güncelleme
: 16.12.2023 15:53
ALMANYA YOLUNDA BİR BULDANLI
1960’lı yılların başında, Tatbiki Güzel Sanatlar Akademisi, İç Mimari Bölümü’nde okurken son sınıfa geçen öğrencilerin staj yapma mecburiyeti vardı. Biz nereden nasıl bir işyeri ayarlarız diye düşünürken, hayal dahi edemeyeceğimiz harika bir fırsatla karşılaştık. Okulumuzun Alman öğretim görevlilerinden olan Herr (Bay) Rommel, bize çok güzel bir olanak sundu: Almanya’da bir tanıdığının fabrikasında staj yapma fırsatı! Üstelik lojmanda kalacak, alacağımız stajyer ücretiyle masraflarımızı karşılayabilecektik. Buldan’dan sonra Denizli ve İzmir’de okumuş, ardından İstanbul’a gelmiş bir genç olarak şimdi de karşımda Almanya’ya gitme imkânı duruyordu. Ne var ki bu heyecan verici ihtimalin gerçekleşmesi için acilen pasaport almam gerekliydi. Tabii bunun içinde para lazımdı. Bu konuda tek destek kaynağım çalışıp kendi parasını kazanan Başol ağabeyimdi. O devirde şehirler arası telefonla haberleşmek hayli zahmetliydi. Santrali arayıp sıra yazdırmak gerekirdi. Onun da kaç saatte bağlanacağı belli olmazdı. En iyisi ve en hızlısı telgraftı. Ama o da kelime sayısına göre para alırdı. Yani mesajın kısa ve öz olması lazımdı. Gidecek mesajda hem sınıfımı başarıyla geçtiğimi, hem de pasaport için para gerektiğini anlatmam gerekiyordu. Ben de uzun uzun yazıp paramı bitirmemek için, “GEÇTİM BEŞYÜZ” diye iki kelimelik bir telgraf mesajı gönderdim! Nur içinde yatsın, mesajı çözen canım Başol ağabeyim ertesi günü bana parayı gönderdi. Bu sayede ben de derhal işlemlere başladım ve pasaport meselesini kısa sürede hallettik.
STAJYERLER TRENDE
Okuldan aynı staj programına katılacak arkadaşlarımızla birlikte İstanbul’da Sirkeci tren garından, Almanya’ya hareket edeceğimiz gün, ailelerimiz bizi uğurlamaya gelmişti. O devirlerde yurt dışına gitmek, şimdiki gibi “normal” bir olay değildi. Busebeple uğurlama kadrosu hayli kalabalık olurdu. Benim veda ekibimde, Şenol ağabeyim, halamın oğlu Buldanlı Tevfik (Öz) ağabeyim, Rabia yengem ve çocukları, halamın kızı Türkan (Öz – Duru) ablam, onun kızı Tülin, ev sahibim Ayten abla ve tabii gelecekteki eşim Nurten’le iki arkadaşı vardı. Üstelik bu uğurlama ailemin Nurten’i ilk görüşleriydi.Yani onu biraz mahcup eden tatlı bir yanı vardı bu merasimin. Vedalaşma faslından sonra arkadaşlarım Aygün, Zeki, Oktay, Muammer ve ben heyecanla trene binip kompartımana yerleştik.Trende başka üniversitelerden staj için giden öğrencilerle tanıştık. Onlar da bizim gibi ilk defa yurtdışına çıkıyorlardı. Sevdiklerimizden ve ülkemizden ayrılmanın burukluğunu atlattıktan hemen sonra hayli keyifli ve eğlenceli bir seyahat başladı.
*
Uzun süren bir yolculuk sonunda Almanya’ya vardık. Münih garına ulaştığımızda, orada okuduğunu söyleyen, düzgün giyimli bir genç bizlere yardımcı olabileceğini söyleyince hepimiz memnun olduk. İnsan o yıllarda yurt dışında bir Türk’le karşılaşınca sanki bir akrabasını görmüş gibi bir hisse kapılıyor. İstanbul’dan beri bizimle seyahat eden üç kız öğrenci, bu gençle karşılaştıklarına bizden de çok sevindiler, zira hiç Almanca bilmiyorlardı. Hep birlikte aktarma yapacağımız trenin bulunduğu perona kadar gittik. Kızların treniyse daha geç saatte geleceğinden onlarla vedalaşıp ayrıldık. Stajımız bitip de İstanbul’a döndükten sonra aynı kızlarla Beşiktaş’ta tesadüfen karşılaştık. Almanya’daki ilk günlerinde, başlarından geçeni bize anlattıklarında donup kaldık. Meğer bize yardımcı olan o Türk genci, kızlara “trenin kalkmasına daha çok var, gelin ben size Münih’i dolaştırayım” demiş. “Yalnız burada dolarları Mark’a (Almanların o devirdeki para birimi) çevirmek gerekir” diye onları bir bankaya götürmüş.“Siz bana verin dolarları, ben hemen bozdurup geleyim” diye almış paralarını ve kaşla göz arasında toz olmuş! Kızların Almancaları da yok tabii… Kalmışlar mı beş parasız ortada! Neyse ki polis kanalı ile Türk konsolosluğu yardımcı olmuş da staj yerlerine ulaşabilmişler. Elin memleketine geleli daha bir saat olmuş, cebinde metelik yok…Ne zor bir durum. O zaman anladık ki nenelerimizin, annelerimizin “paralarınızın hepsini aynı cebe koymayın” nasihati boşuna değilmiş.
FABRİKA HAYATI
Bizlerse Stuttgart’a 35 km. mesafedeki “Kirchheim unter Teck” kasabasına, hatta staj yapacağımız fabrikaya sağ salim ulaşmıştık aynı sıralarda. Fabrikanın hemen karşısında bulunan lojmanda bizlere ayrılan odalara yerleştik. Lojman tek katlı bir binaydı. Girişte televizyon seyredilecek bir fuaye, hemen arkasında büyük bir mutfak, sağda ve solda dörder kişilik odalar…Lojmanda pek çok ülkenin yanı sıra Türkiye'den de çalışmaya gelmiş işçiler vardı. Onlarla da kısa sürede kaynaştık. Sabah 6.30’da işbaşı yapıldığından saat 22:00’den sonra kati surette gürültü yapmak yasakmış. Bizler de buna azami şekilde özen gösterdik. Almanya'da insanlar kurallara harfiyen uymayı görev kabul ediyorlar. Yani stajımızın ilk aşaması, “Alman disiplini” ile tanışmamız oldu.
*
Fabrika büyük bir alan üzerine kuruluydu. Farklı binalarda değişik üretimler yapılıyordu. Bizi ahşap televizyon kabini yapan bölüme verdiler. İlk gün her birimize sarı, yeşil, mavi ve kırmızı kartlar dağıttılar. Kartları da çalışma departmanın orta yerinde duran zaman ayarlama saatinin adımıza ayrılan gözlerine koyduk. Şef bir görev verdiğinde hangi renkli kartla çalışacağımızı da söylüyor. Onun talimatıyla renkli kartı zaman ölçen makineye takarak çalışmaya başlıyorsun. Bu renkli kartların sırrını ilk ücretlerimizi aldığımızda anladık. Şöyle ki ay sonunda maaş zarflarını açtığımızda her birimizin rakamları farklı çıktı. Haliyle bu durum çok tuhafımıza gitti. “Saat ücretlerimiz aynı, mesai süremiz aynı, bu fark niye?” diye sorduğumuzda dediler ki “o kartların her bir rengi, yaptığın işin zorluk derecesini ifade eder ve ona göre de prim ilavesi yapılır”. Herhalde ben ve Zeki meslek lisesi (sanat okulu) çıkışlı olduğumuzdan şef bize daha ustalık isteyen görevler vermiş ki ikimizin aylığı hiç 800 Mark’tan aşağı düşmedi. Diğer arkadaşlarsa 650 Mark’a kadar inen farklı aylıklar aldılar.
KISSADAN HİSSE
1963 yılının yaz aylarındaki Almanya deneyimiyle ilgili anlatacağım daha pek çok şey var. Ancak bu yazıda şimdilik bu kadarıyla yetinelim. Gerçi bu kadarı bile insanın yurt dışında geçirdiği kısa zamanda dahi ne kadar hayat deneyimi kazandığını göstermek için kâfi sanırım. Yoldaşlığın önemi, kiminle dostluk edeceğin, kime güvenip kime güvenmemek gerektiği, kurallara uyma, iş disiplini, ücret adaleti, maharete saygı… Stajımızın hemen başlarında bunları yaşayarak öğrenmiştik. Gençlere tavsiyem, derslerinde azami başarıyı gösterip farklı ülkelerdeki eğitim ve staj olanaklarını kollamaları. Elbette bu mutlak bir gereklilik değil. Ama çok kıymetli bir gelişim fırsatı. Tabii ardından Türkiye’ye, hatta Denizli’ye, Buldan’a da hizmete devam şartıyla…


Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: