BULDAN'DA YAŞAMAK
Yayınlanma :
13.05.2023 13:23
Güncelleme
: 13.05.2023 13:23
19 MAYIS 1959
Ata’mızın ulusal kurtuluş mücadelemiz amacıyla Samsun’a ayak basışının 40. Yıldönümünde, yani 1959 yılında, Denizli’de Sanat Okulu öğrencisiydim. O yıl jimnastik (beden eğitimi) öğretmenimiz Seyfettin Gökmen, 19 Mayıs gösterilerinin provalarında okulumuzun gösteri ekibini, benim kavalım ve İsmet Sepetçi’nin davulu eşliğinde çalıştırdı. Belki de böylesi bir ilk olacaktı. Çünkü gösterilerde halk müziği çalgılarının o güne dek kullanıldığına şahit olmamıştık. Gösteri çalışmaları esnasında öğrenip doğru yaptığımız her yeni hareketten sonra Seyfi Hocamız hepimizi yere oturtup bize o dönemin meşhur parçalarını dinletirdi. “Portofino” ve “Taal ya Mustafa” adlı parçalar pek moda idi. Tabii bu bizim için çok keyifli bir an olurdu.
OKUL KIRMANIN BEDELİ
Gösterilerin yapılmasına bir hafta kalmıştı ki, bir gün hava pek bir güzel oldu. Sanki yaz gelmişti... Malum, Denizli’nin havası zaten baharın ortasından sonra genellikle sıcak olur. O gün öğle yemeğinden okula dönerken aklıma ‘okulu kırma’ fikri geldi. O tarihe kadar okula gitmediğim hiç olmamıştı. Yani daha önce hiç okulu kırmamıştım. Nasıl olsa bir ay sonra lise hayatım bitiyor diye düşündüm. Okulu kırmanın zevki nasıl oluyor diye merak ederek, doğruca Denizli’nin -o zamanlar- mesire yeri olan Çamlık yöresine gittim. Oraya varınca bir de ne göreyim… Bizim okuldan en az elli, diğer okullardan en az yüz öğrenci Çamlık’ta! Okul futbol takımının nerdeyse tamamı gelmiş. Ezeli rakip olan lise takımıyla derhal bir maç organizasyonu yaptık. Ceketler gömlekler çıkarıldı ve başladık oynamaya. Daha maçın henüz başlarındaydık ki bizi seyreden öğrenciler çil yavrusu gibi dağılarak koruluğun içerisine kaçmaya başladılar. Meğerse okulumuzun müdür muavini Necdet öğretmen, bisikletiyle bize doğru yaklaşmaktaymış. Tabii bunu öğrenince bizler de kaçıp ağaçların arkalarına saklandık. Fakat okul giysilerimiz piknik masalarının üzerinde kalmıştı. Hocamızı uzaktan izlemeye koyulduk. Geldi, masanın üzerindeki elbiseleri tek, tek incelemeye başladı. Her birimizin zaten anca bir takım kıyafeti vardı. Hoca da onların kime ait olduğunu muhtemelen tahmin etmiştir. Ben hemen arkadaşları topladım, ‘gidelim hocadan özür dileyelim, olayı tatlıya bağlayalım’ dedim. Onlar da bu teklifime katıldılar. Sözcülüğü ben yapmak üzere beraberce hocanın bulunduğu yere vardığımızda Necdet öğretmenin okula döndüğünü ve elbiselerden hepimizi tespit ettiğini öğrendik. Bu arada konuşmaya beraber gittiğimiz sekiz arkadaştan sadece iki kişinin yanımda olduğunu fark ettim. Adeta Nasrettin Hoca’nı fil fıkrasında olduğu gibi, yolda azalmıştık. Ertesi gün okula geldiğimde sadece beni disiplin kuruluna verdiklerini öğrendim. Diğer arkadaşların niye disipline verilmediğini sorduğumda aldığım cevabı duyunca şok oldum: Öğretmenler onların hepsini benim yönlendirmiş olduğuma karar vermişler! Oysa benim bu kalabalığın toplanmasında hiçbir rolüm yoktu. Birçok etkinliğin başında genellikle ben oluyorum diye bu olayı bana mal etmelerine son derece üzüldüm ve de kırıldım. Oysa benim liderlik ettiklerim okul içi, faydalı etkinlikler idi. Üstelik ben bir tek kişiye dahi ‘okulu kıralım’ dememiştim. Maalesef babama da mektupla durumu bildirmişler. Tabi babam kızarak “bu ne hal!” diye beni sorguya çekti. Ben de olayı olduğu gibi, bir bir anlattım. Zaten babamla arkadaş gibiydik. Benim yalan söylemediğimi bilirdi. Babama dedim ki “19 Mayıs hareketlerini kaval ve davulla hazırlamıştık. Okul idaresinin yalnız beni suçlu bulmasına karşılık, biz de şöyle yapacağız: Sen bu olaya kızıp ceza olarak kavalı benden almış ve saklamış ol. Ben de yarın okulda bunu özellikle Seyfi öğretmenime söyleyeceğim”. Böyle düşünmemim özel bir nedeni vardı: Babam Dazkırı’da (Afyonkarahisar) görev yaptığı ve orada kaldığından, benim okuldaki velim Seyfi Hoca idi. Neyse ben ertesi günü Seyfi Hocama durumu anlattım. Seyfi Hocam “bu öğrencinin velisi benim, niye yazı önce bana gelmiyor da babasına gidiyor?” diye okulu birbirine kattı. Kendisi iri yapılı ve gür sesli biriydi. Okul koridorları çın, çın öttü. Okul müdürüyle epey tartışmaları oldu. Seyfi Hocanın bu itirazları sonucunda benim disiplin cezamı kaldırdılar. Babam da beni güya affetti ve kavalı tekrar bana verdi. Zaten iki gün sonra 19 Mayıs Spor ve Gençlik Bayramı’ydı. Gösteriler çok başarılı geçti. En ufak bir aksaklık olmadı. Diğer illeri bilmem ama Denizli’de ilk kez bir halk sazıyla gösteriler yapılmıştı. Hazırladığımız çalışmalarla öğrencilerin, öğretmenlerin ve Denizli halkının büyük beğenisini kazandık. Özellikle Seyfi Hocam çok gururlandı. Bunun gibi bayramlarda izci grubuyla Delikliçınar’da veya Bayramyeri meydanında konserler verirdik. Halk da bizleri beğeniyle seyreder ve alkışlardı. Bu faaliyetlerimizden ötürü o dönemin öğrencileri bizleri hep hatırlarlar.
DENİZLİ’DEN YILLAR SONRA
1980’li yılların ortaları… Lise çağımızın üstünde nice zaman geçmiş. Üniversite bitmiş, Evlenip çoluk çocuğa karışmış… İşte o yıllarda Tekirdağlı bir dostumun teknesiyle Tekirdağ’daki Şarköy, Mürefte sahilindeyken öğle yemeği için bir iskeleye yanaştık. Arkadaşlar iskelenin biraz ilerisindeki düzgün görünümlü bir restorana yöneldiler. Eşlerimiz, çocuklarımız yanlarımızda, hep birlikteyiz… Ben en arkadan takip ediyorum grubu, restoranın önünde bir bey de onları buyur ediyor. Dikkatlice baktığımda şaşkınlıkla fark ettim… Kim olsa beğenirsiniz: İnsanları restorana buyur eden kişi, Seyfettin Gökmen Hocam! Adeta dondum kaldım. Liseden mezun olalı 25 yıl kadar olmuş. Birbirimizi görmeyeli de herhalde 15 yıldan fazla zaman geçmiş. Ben bu durumu fark edince ona görünmeden hemen tekrar tekneye döndüm. Gezilere giderken mutlaka çantama koyduğum kavalımı alıp restorana geldim. Ama müşteri kapısından girmek yerine mutfak tarafına geçtim. Baktım Hocam elleriyle salata hazırlıyor. Arkası da kapıya dönük… Usulca yanına yaklaştım ve başladım kavalımı çalmaya. Hoca dönüp de beni arkasında görünce şok geçirdi! Şaşkınlığına attıktan sonra başladı gülmeye ve sonra sarıldık birbirimize. Akan sevinç gözyaşlarımız birbirine karıştı. Meğer Hocam emekli olduktan sonra gelip bu şirin sahil beldesine yerleşmiş. Küçük bir restoran işletiyormuş. Seyfi Hoca’yla benim durumum öğretmen talebe ilişkisinden çok daha ileri abi kardeş gibiydi. Onun şahsında bize emeği geçmiş, gelişimimize katkı sağlayan tüm öğretmenlerimi rahmetle anıyorum.


Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: