"Her insanın ölçüsü, değeri yüreğinde, istemindedir asıl. Yiğitlik, kolun bacağın değil, yüreğin, ruhun sağlamlığındadır; atımızın, silahlarımızın değerinde değil, kendi değerimizdedir. Ve Montaigne ekliyor: En yiğit kişiler en mutsuz insanlardır kimi zaman...” Değerli hemşerilerim köşemde bu ay ülke gündeminin sorunlarından bir nebze uzaklaşmak adına; hepinize okumanızı tavsiye ettiğim Monteigne – Denemeler kitabından bazı kesitler ve düşüncelerimi sunmak istedim. Yukarıda yer verdiğim girizgâh da kitaptan alıntıdır. Kitap ve alıntılar, kitabın İş Bankası-Kültür Yayınları’ndan çıkan XXVI. basımına aittir.
“Ducimur ut nervisalienis mobile lignum.”
“Kukla gibi, iplerimiz çekilip, oynatılıyoruz.” (HORATIUS)
Kitapta yer alan bu söz ile anlatılmak istenen insanoğlunun bir düşünceden bir düşünceye sürekli gidip geldiğidir. İnsanın rastlanılan bir rüzgârı keyfinin istediği yere götürdüğü gibi kendi halimizdeki kararsızlık da öteye beriye çekip değiştirebiliyor. Kendinize dikkatle bakarsanız kendinizi iki defa aynı halde bulamazsınız. "Yaşamamızı ölüm kaygısıyla, ölümümüzü de yaşama kaygısıyla bulandırıyoruz" Yaşarken ölümü düşünmemeli insan, zira ölüm; insanın doğduğu andan itibaren başlar. Bununla beraber aklıma hemen şu geliyor: Yarını düşünürsen bugünden nasıl zevk alırsın? Gerçekten böyledir, insanlar hayatlarını sürekli yarın için planlarlar. Planlar planlar planlar … Ama aslolanbugündür, bunu unutmamak gerek.
Kitabın üçüncü bölümünün 7. kısmında ise yöneticiler ile vatandaşlar arasında bir karşılaştırma yapıyor Montaigne: “Bizi yöneten, dünyayı ellerinde tutan kimselerin bizim kadar akıllı olması, bizim yapabileceğimiz kadarını yapması yetmez. Bizden çok üstün değillerse bizden çok aşağı sayılırlar. Çok şeyler vaat ettikleri için çok şeyler yapmak zorundadırlar." Bu konuda yöneticilerin vaatleri ile yapılanlar kısmı enteresan bir noktadır. Bu ince çizgide çok titiz olmak gerekir, çünkü bir kere çizgiyi aşıldığı zaman bu bir infiale sebep olabilir. Aynı şey normal insanların yaşamında da vardır. Verdiğiniz bir sözü tutmamak örneğin ne büyük saygısızlık ne büyük kötülüktür. Hem de karşıdaki insandan çok, kendinize.
"Demokritos, sofrasına gelen incirleri yerken bir bal kokusu almış ve hemen bir araştırmadır başlamış kafasında, o güne dek incirlerinden almadığı bu koku nerden gelebilir diye. Merakını gidermek için kalkmış sofradan, incirlerin toplandığı yeri görmeye gitmek istemiş. Sofradan niçin kalktığını duyan hizmetçi kadın gülmüş: Boşuna vakit kaybetmeyin, demiş; incirleri bal çanağına koymuştum toplarken. Demokritos'un canı sıkılmış bu araştırma fırsatını kaçırdığı, bir merak konusu elinden alındığı için. "Hadi be sen de" demiş hizmetçi kadına, "keyfimi kaçırdın ama ben yine de bal kokusu incirde kendiliğinden varmış gibi nedenini araştıracağım. "Böyle demiş ve yanlış, kendi varsaydığı bir etkiye, doğru nedenler bulmaktan geri kalmamış.” Ünlü ve büyük bir filozofun bu hikâyesi, sonunda bir kazanç umudu olmaksızın bizi seve seve bir şeylerin ardına düşüren araştırma tutkumuzu apaçık anlatıyor. Bir şeyler için emek veriyorsunuz veya herhangi bir şeyi öğrenmek, keşfetmek için yola çıkıyorsunuz ve sonunda... Sonucu önemli mi? Bence değil. Düşünsenize o yolda ilerlerken yaşadıklarınızın size neler kattığını, nasıl heyecana kapıldığınızı ve neler hissettiğinizi. Hisler önemlidir değil mi? Benim gözümde bunlar; sonuçtan veya sonunda elde ettiklerimizden daha değerli ve daha kalıcıdır. Ama genelimiz sonuç odaklı yaşarız, çünkü hayat denilen bu macera bunun üzerine kurulu gibi gelir. İşimize yarayacağını düşündüğümüz için öğrenir, zorunluluktan da çalışırız ve bu çok acıdır. Diyorum ki siz siz olun sonucunu bilseniz bile, peşinden gidin. O heyecan, o keşfetme mutluluğu size yetecektir. Sonunda bir kazanç yokmuş gibi gözükse de kazancın en büyüğünü belki de çoktan kazanmışsınızdır. Sevgi ve saygılarımla.