Buldan’da Yaşamak
Cemal Varol Öncel
Bizler Buldan’da yetişirken, ilk olarak “başkalarının hakkını yememek, hırsızlık yapmamak, doğru sözlü olmak” gibi değerler öğretilirdi. Üstelik ana-babamızdan, büyüklerimizden dinlediklerimiz sözde kalmaz, davranışlarla da gönlümüze nakşedilirdi. Örneğin 1955 yılında, babamın görev tayini dolayısıyla ata toprağımız Buldan’dan İzmir’e taşınmıştık. Babam, bir devlet kuruluşu olan Toprak Mahsulleri Ofisi’nde çalışıyordu. O yıllarda piyasada kahve sıkıntısı vardı; her zaman, her yerde bulunmuyordu. Devlet, temini zor olan bu tip gıdaları depolar, eksiklik olduğunda piyasaya vererek hem halkın ihtiyacını karşılar, hem de karaborsanın önüne geçerdi. Alsancak’taki Toprak Mahsulleri deposunun sorumlusu da babamdı. Piyasadaki kahve sıkıntısı bittiği zaman oradaki görevliler depoyu temizlemişler. Depoda buldukları üç kilo civarındaki satış fazlası kahveyi kese kağıdına koyup bizim eve getirmişlerdi. Babam teşekkür ederek getirdikleri o üç kilo kahveyi hemen iade etmişti. “Bugüne kadar bizim kursağımıza haram lokma girmedi, bundan sonra da girmesin” diyerek kabul etmedi. İşte bu değerler hepimizin hayat pusulası olmuş, bununla çelişik davranışlar gördüğümüzde kınamış, kendimiz de böyle hatalara düşmemeye gayret etmişizdir. Gelin görün ki, siz ne kadar dürüst olmaya çalışsanız da hayat türlü sınavlarla dolu bir yolculuktur. Ben de bu yolda çok önemli bir dersi, gencecik bir subayken öğrenmek durumunda kaldım.
Askerdeyken tayin edildiğim İstihkam Okulu’nda“sosyal işler subayı” olarak göreve başlamıştım. Bana verilen görevlerden birisi de subay yemekhanesinin organizasyonuydu. Şef aşçının hazırladığı menü için gereken sebzeyi, eti, bakliyatı, meyveyi gerekli yerlerden temin edip öğleden önce mutfağa yetiştirmem gerekiyordu. Bu göreve özel tahsis edilmiş bir araçla erkenden çıkıp listedeki malzemeyi temin ediyor, esnaftan satın aldıklarımın bedelini de her ay başında ödüyordum. Ödemelerin kaynağı ise yemekhanede yemek yiyen biz subayların verdiği paralardı. O günkü rayiçlere göre üç kap yemek, on ile on beş kuruş civarında tutuyordu. Ay başında subayların yedikleri yemek sayısını bedel ile çarpıp herkesten teker teker tahsil ediyordum. Görev yaptığım odada benden başka levazım subayı olan iki teğmen arkadaş daha bulunuyordu. İkisi de çok güvenilir arkadaşlarımdı. Yine böyle bir aybaşında birkaç kişi hariç herkesin ödemesini alıp tahsilatı bir araya getirdim. Topladığım beş yüz liralık kâğıt paraları bir lastikle sararak deste haline getirip çekmecenin dibine koydum. Ayrıca çekmecede bolca bozukluk da vardı. Kalan son tahsilatlardan birisi, iki yan odamızdaki binbaşıydı. Onun ödemesini almak üzere onun odasına gittim. Bana elli lira verdi. Odaya dönüp çekmeceden paranın üstünü alıp son süratle binbaşıya verdim geldim. Ama dalgınlığa düşüp para üstü vermeye giderken çekmeceyi kilitlememiştim.Döndüğümde üç bin lira tutan beş yüzlük deste çekmecede yoktu! Sanki başımdan kaynar sular dökülüyordu. İlk başta teğmen arkadaşların şaka yaptığını zannettim.Ama böyle olmadığını görünce “kim, nasıl alabilir?” diye derin derin düşünmeye başladım. Odaya girip çıkanlar da oluyordu.Binbaşıdan dönerken bizim odadan benim bağlı olduğum hesapları kendisine verdiğim Yüzbaşının çıktığını görmüştüm. Neticede üç bin lira yok oldu. Tam da mesainin bittiği bir andı. Tüm personel servis arabalarına yetişmek için hızla binayı terk ediyordu.
Ben paranın kaybolmasına çok çok üzülmüştüm. Ama daha da fazla insanlardan“bu parayı benim aldığımı düşünenler olabilir mi?” kaygısıyla adeta çökmüştüm. Üzüntüden perişan hale geldiğimi gören levazım teğmen arkadaşım deposunda sayım fazlası yağ, pirinç, bakliyat gibi malzemeleri benim depoma aktarmayı teklif etti ama ben kabul etmedim. Diğer subaylar yemek başına beş kuruş ilave yapmamı teklif ettiler. Ama hepsine teşekkür ederek bu teklifi de kabul etmedim. Kaybolan para benim sorumluluğumda olduğu için tazmin etmek de bana düşüyordu. Çalınmasına engel olamadığım meblağ benim maaşımdan kesilecekti. Tam da o günlerde yeni teğmen olmuştum. Maaşım 830 TL olacaktı. Benim maaşımdan kesinti olacağı için evin tüm yükü eşimin omuzların binecekti. Üstelik yeni evliydik ve bir sürü masrafımız vardı. Eşime karşı da mahcup durumdaydım. Ne yaparım diye kara kara düşünürken “ya tutarsa” diyerek olayın olduğu hafta spor-toto oynadım. Buradan 1150 TL ikramiye kazandım. Onun bir kuruşuna dahi dokunmadan olduğu gibi kasaya koydum. Yine aynı günlerde bir başka beklenmedik para daha geldi. Hayatım boyunca her zaman arkamda duran, beni destekleyen bir diğer Buldanlı, yani Başol ağabeyim, “bu oğlan yeni evlendi, paraya ihtiyacı vardır” diyerek 500 TL göndermez mi! Tabii onu da hemen kasaya ekledim… Kısa bir zaman sonra okulda nöbetçi subayken, bizden sonraki devreden hergün eğitim yaptırdığımız öğrencilerden biri yanıma geldi. Para kaybettiğimi, daha doğrusu çalındığını duymuşlar. Bana destek olmak için aralarında topladıkları bir miktar parayı kabul etmemi rica ettiler. Bir hayli düşündüm. Bu gönülden verdikleri bir destekti. Ben herhangi bir şekilde talep etmemiş, böyle bir beklenti dile getirmemiştim. Herhangi bir hak ihlali de yoktu. Üstelik kabul etmediğim taktirde onların iyi niyetini kırmış olacaktım. Hepsine teşekkür ederek onu da alıp kasada biriken diğer meblağın üzerine ekledim. Eşimin, abimin ve arkadaşlarımın desteğiyle çalınan para, beklediğimden kısa zamanda yerine konmuş oldu.
Bütün bu olayların başından itibaren bunun bir sınav olduğunu düşündüm. Tüm olup bitenleri, “doğruluk adına gösterdiğim kararlılığın ödülü olarak Allah beni hiç sıkıntıya sokmadan borcumu ödememi sağladı” diye değerlendirdim.Yaşadığım bu olay hayatım boyunca bana şiar oldu. Tedbirsizliğin nelere mal olabileceğini gördüm. Ama daha da önemlisi, koşullar ne denli zor olursa olsun doğruluktan ve dürüstlükten hiçbir zaman ayrılmamaya azami özen gösterdim. Umarım daima bize çocukken öğretilen değerlere uygun yaşamışızdır.
Yorumlar
Kalan Karakter: