Adalet sözcüğü sözlükte; ‘’Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması, hukuka uygunluk, hakkı gözetme, herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme, doğruluk’’ ifadeleri ile açıklanmış. Tek tek incelendiğinde her bir açıklama, her bir kavram o kadar kıymetli ki, sonucunda yüce insanlık değerlerini oluşturan kavramlar bunlar.
İnsanlık tarihi boyunca birçok evrelerden geçilmiş. İlkel insan sadece yiyecek bulabilmek ve hayatta kalabilmek için mücadele etmiş. Daha sonraları barınma, giyinme, temizlik gibi temel ihtiyaçları için çabalamış. Daha sonra diğer insanlarla sosyal ilişkiler kurmaya başlamış. Düşünebiliyor olması duygularının gelişmesini sağlamış. Gelişen duyguları sayesinde sanat dallarını keşfetmiş, başka insanlarla duygusal etkileşimlerde bulunmaya başlamış. Karşı cins ile sevgili, hem cinsleri ile arkadaşlık ilişkileri geliştirmeyi keşfetmiş. Bu süreç ilerlemiş ve ilk çağlarda birbirleri ile yiyecek kavgası veren insanoğlu paylaşmayı, bölüşmeyi öğrenmiş. Hatta kendi türü dışındaki canlıların beslenmesi ve barınması için kaygı duymaya bile başlamış. Zaman içinde toplum düzenini oluşturabilmek için çok fazla düzenlemeye ihtiyaç olduğu anlaşılınca bir takım kurallar olması ve girişteki tanımda yer aldığı gibi, herkese kendi hakkı olanı verme düzeninin sağlanması zorunluluğu doğmuş. Her millet belirli bir sıra ile kendi toplum yapılarına uygun bir takım düzenleyici kuralları yaşamlarına uyarlamaya başlamışlar. İlk başta bu kurallar yazılı olmadan uygulanmaya başlanmış. Türkler bu anlamda dünyada yazılı olmayan toplum kurallarını ilk uygulayan milletlerdendir. Türk tarihinde yazılı olmayan hukuk kurallarına Töre adı verilmiş. Tüm milletlerde hukuk kavramının atasını oluşturan ve yazılı olmayan bu düzenleyici kurallarda aranan en belirleyici özellik ise Adalet kavramı olmuş. Çünkü insanoğlu tarihin her döneminde adalete o kadar çok ihtiyaç duymuş ki; adalet özlemi ekmek kadar, su kadar değerli ve önemli hale gelmiş.
Günümüzde ise artık adaleti sağlayabilmek için evrensel hukuk kuralları vardır. Evrensel hukuk kurallarının dili, dini, milliyeti yoktur. 1948 yılında yayınlanan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin başlangıç metninde, İnsanlık ailesinin bütün üyelerinin doğal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğu vurgulanmıştır. Hukukun üstünlüğü ve adaletin tecellisi dünyadaki her insan için eşit derecede önemlidir. Her vatandaş kendi ülkesinde hukuk önünde hakkı olanı alabildiğine hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde inanabilmelidir. Ülkesinde hakkın ve adaletin her hâlükârda tecelli ettiğinden emin olabilmelidir. Haksızlığa uğradığında hukuk önünde hakkını geri alamama endişesi asla taşımamalıdır.
Güçlünün değil haklının kazanabildiği, hukukun üstünlüğünün ve adaletin sağlanabildiği bir toplum düzenine ulaşabilmek yolunda yüzyıllar boyunca birçok kötü deneyim yaşandığı için, bu anlamda belirli mesafeler kat etmeyi başarabilmiş ülkelerde olabildiğince adalete, insan hak ve özgürlüklerine ve evrensel hukuk kurallarına sıkı sıkıya bağlı kalmaktan başka çare olmadığı gerçeğine olan inanç bir hayli artmış durumdadır. Bunu başarabilmiş veya bu yolda belirli ilkeler oluşturabilmiş ülkelerde demokrasi kültürü gelişmiştir, ekonomik göstergeler iyileşmiştir, milli gelir artmıştır, toplumda gelir eşitsizliği azalmıştır, bilimde, sanatta, sporda başarı oranları yükselmiştir, suç oranı düşmüştür. O ülkelerde yaşayan insanların ülkelerine ve milletlerine olan aidiyet, bağlılık ve güven duyguları yüksektir. O ülkelerde yaşayan çocuklar iyi eğitim alabilmekte, iyi beslenebilmekte ve dolayısıyla ruhen ve bedenen daha sağlıklı olabilmektedir.
Yazımı Büyük Atatürk’ün bir özdeyişiyle bitirmek istiyorum; ‘’ Her halde dünyada bir hak vardır ve hak kuvvetin üstündedir.’’
İnsanlık tarihi boyunca birçok evrelerden geçilmiş. İlkel insan sadece yiyecek bulabilmek ve hayatta kalabilmek için mücadele etmiş. Daha sonraları barınma, giyinme, temizlik gibi temel ihtiyaçları için çabalamış. Daha sonra diğer insanlarla sosyal ilişkiler kurmaya başlamış. Düşünebiliyor olması duygularının gelişmesini sağlamış. Gelişen duyguları sayesinde sanat dallarını keşfetmiş, başka insanlarla duygusal etkileşimlerde bulunmaya başlamış. Karşı cins ile sevgili, hem cinsleri ile arkadaşlık ilişkileri geliştirmeyi keşfetmiş. Bu süreç ilerlemiş ve ilk çağlarda birbirleri ile yiyecek kavgası veren insanoğlu paylaşmayı, bölüşmeyi öğrenmiş. Hatta kendi türü dışındaki canlıların beslenmesi ve barınması için kaygı duymaya bile başlamış. Zaman içinde toplum düzenini oluşturabilmek için çok fazla düzenlemeye ihtiyaç olduğu anlaşılınca bir takım kurallar olması ve girişteki tanımda yer aldığı gibi, herkese kendi hakkı olanı verme düzeninin sağlanması zorunluluğu doğmuş. Her millet belirli bir sıra ile kendi toplum yapılarına uygun bir takım düzenleyici kuralları yaşamlarına uyarlamaya başlamışlar. İlk başta bu kurallar yazılı olmadan uygulanmaya başlanmış. Türkler bu anlamda dünyada yazılı olmayan toplum kurallarını ilk uygulayan milletlerdendir. Türk tarihinde yazılı olmayan hukuk kurallarına Töre adı verilmiş. Tüm milletlerde hukuk kavramının atasını oluşturan ve yazılı olmayan bu düzenleyici kurallarda aranan en belirleyici özellik ise Adalet kavramı olmuş. Çünkü insanoğlu tarihin her döneminde adalete o kadar çok ihtiyaç duymuş ki; adalet özlemi ekmek kadar, su kadar değerli ve önemli hale gelmiş.
Günümüzde ise artık adaleti sağlayabilmek için evrensel hukuk kuralları vardır. Evrensel hukuk kurallarının dili, dini, milliyeti yoktur. 1948 yılında yayınlanan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin başlangıç metninde, İnsanlık ailesinin bütün üyelerinin doğal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğu vurgulanmıştır. Hukukun üstünlüğü ve adaletin tecellisi dünyadaki her insan için eşit derecede önemlidir. Her vatandaş kendi ülkesinde hukuk önünde hakkı olanı alabildiğine hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde inanabilmelidir. Ülkesinde hakkın ve adaletin her hâlükârda tecelli ettiğinden emin olabilmelidir. Haksızlığa uğradığında hukuk önünde hakkını geri alamama endişesi asla taşımamalıdır.
Güçlünün değil haklının kazanabildiği, hukukun üstünlüğünün ve adaletin sağlanabildiği bir toplum düzenine ulaşabilmek yolunda yüzyıllar boyunca birçok kötü deneyim yaşandığı için, bu anlamda belirli mesafeler kat etmeyi başarabilmiş ülkelerde olabildiğince adalete, insan hak ve özgürlüklerine ve evrensel hukuk kurallarına sıkı sıkıya bağlı kalmaktan başka çare olmadığı gerçeğine olan inanç bir hayli artmış durumdadır. Bunu başarabilmiş veya bu yolda belirli ilkeler oluşturabilmiş ülkelerde demokrasi kültürü gelişmiştir, ekonomik göstergeler iyileşmiştir, milli gelir artmıştır, toplumda gelir eşitsizliği azalmıştır, bilimde, sanatta, sporda başarı oranları yükselmiştir, suç oranı düşmüştür. O ülkelerde yaşayan insanların ülkelerine ve milletlerine olan aidiyet, bağlılık ve güven duyguları yüksektir. O ülkelerde yaşayan çocuklar iyi eğitim alabilmekte, iyi beslenebilmekte ve dolayısıyla ruhen ve bedenen daha sağlıklı olabilmektedir.
Yazımı Büyük Atatürk’ün bir özdeyişiyle bitirmek istiyorum; ‘’ Her halde dünyada bir hak vardır ve hak kuvvetin üstündedir.’’