Bir süredir özel nedenlerden dolayı yazamadım Sevgili Okurlarım. Ama sizlerle güzel bir konu paylaşmak istiyorum bu yazımda.
Önceki yazılarımda da bahsetmiştim bir kenti oluşturan mekanlardır ve her mekanın bir hikayesi vardır. Dolaştığımız sokaklar, parklar, meydanlar, eski yapılar bir kentin şahitleridir aslında. Anadolu’da yaşadığımız için o kadar şanslıyız ki. Çünkü binlerce yıllık tarihe şahit olmuş toprakların evlatlarıyız hepimiz.
Günümüzde inşa edilen mekanlara bakıyoruz da nerdeyse hepsi aynı karakterde; hatta bir karakteri var bile diyemiyoruz maalesef. Hepsi birbirinin aynı sanki. Oysa bu mekanların projelerini hazırlayanlar farklı teknik insanlar.
Çağımız bizleri üretmekten çok tüketmeye yöneltti. Bu üretimin her alanında böyle. Hayatımızdaki herşey fabrikasyon, hızlı ve çok sayıda üretilmeye ve daha çok kar edilmeye odaklanmış durumda. Ama özellikle mimari tasarımların bunun dışında olması gerekir diye düşünüyorum.
Geçtiğimiz yüzyılda oluşturulan kentlerde ve mekanlarında her mimarın her taş ustasının yapılarda adeta imzasını görebilirdiniz. Özellikle taş ve ahşap ustalığı babadan oğula aktarılırdı. Bunun en güzel örneğini Afrodisias yani bu yüzyıldaki ismiyle Geyve Köyü’nde görmek mümkün. Afrodisias Ara Güler’in Anadolu’da fotoğraf ve keşif gezileri sırasında keşfedilmiş ve Prof. Dr.Kenan Erim Hoca’nın bu fotoğrafları Time Dergisi’nde görüp pılıyı pırtıyı toplayıp antik kenti kazmaya karar vermesi üzerine Türkiye’ye gelmesiyle başlamış kentin gün yüzüne çıkarılma hikayesi. Gerçekten görmeyenleriniz varsa mutlaka görüp bir gününüzü orada geçirmenizi tavsiye ederim. İnanılmaz bir emek var. Kenan Erim Hoca’nın mezarlığı da lego gibi bir araya getirdiği Anıtsal Tören Kapısı’nın güneyine yer alır.
Afrodisias’da kazıya başlandığında günümüzdeki Geyre Köyü’nün antik dönemdeki yerleşimin üzerine yerleştiği görülür. Köyün büyük bir kısmını başka bir alana taşırlar. Ama kazılar yapıldıkça görülür ki binlerce yıl önce yapılan yapılar ile günümüz taş yapıların işçiliği, kullanılan yapı sistemi ve malzemesi aynı. Anlaşılır ki binlerce yıldır aynı taş ustalığı yeni nesile aktarılagelmiş ama her yapı kendine has. Binlerce yıllık yerleşimin günümüze kadar bir hikayesi var. Tek tek yapıları anlatmaya kalkarsam sanırım bir kitap yazmak gerekir. Bu konuda da zaten yayınlanmış onlarca eser var.
Gördüğünüz gibi her kentin her yapının yaşanmışlığından doğan bir hikayesi var. Buldan’ı son ziyaret ettiğimde misafirimi şimdi Belküm olarak kullanılan eski hapishane yapısını, Talat Tarakçı Evi’ni ve Dr. Behçet Uz Evi’ni gezdirdim. Ben mesleki tecrübe ve biraz da yaşanan mekanların hikayelerini merakımdan bizimle gezenlerle birlikte misafirime mekanları, hikayeleri ve yapı detaylarını anlatmaya başladım. Bize sonradan katılan Buldan’ı ziyarete gelen bir misafirindikkatle ve merakla bizi dinlediğini farkettim. Gözlemlediğimde gezdiğimiz mekanları daha farklı inceliyordu. Örneğin Talat Tarakçı Evi’nin girişindeki havuzun kenarına iliştirilmiş musluğun abdest almak için yapıldığını, binanın en üstünde yer alan ve Buldan’ı kuşbakışı gören cihannümanın zamanında yangın gözetleme kulesi olarak dönemin Belediye Başkanı Talat Tarakçı tarafından özellikle yapıldığını anlatınca bina birden anlam kazanmaya başladı sanki. Hele hele Belküm’de tezgahların ve tekstil ürünleri satış bölümlerinin bulunduğu mekanların bir zamanlar hapishane olarak kullanıldığını duyduklarında insanlar şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar. Kimbilir ne hikayeler çıkar o mekanlardan.
Belediye Başkanımıza bu mekanları ziyaret olanağı sağladığı için şükranlarımı sunuyorum. Başkanımızla karşılıklı görüşmemizde de belirttiğim gibi, bu mekanların en azından bir tanesinin tanıtımını ve hikayerini anlatan bir pano hazırlama sözüm bakidir.
Mekanlarorada yaşanmışlıklarıyla bir anlam kazanır ve canlanır. O nedenle Kentimizde bulunan eski mekanların hikayelerini derlemek ve gelecek nesile bunları aktarmak hepimizin görevi olmalı.
Sevgiyle kalın…
Yorumlar
Kalan Karakter: