[email protected]
İktisat biliminin tanımı şu şekilde: İnsan ihtiyaçları sonsuz, kaynaklar kısıtlıdır. Bu kısıtlı kaynaklarla sonsuz ihtiyaçları karşılama bilimine iktisat adı verilmiştir. Kısıtlı kaynaklar hiçbir devirde sonsuz ihtiyaçları karşılamaya yetmemiştir ki, görüldüğü üzere iktisat bilimi dünyanın tüm ülkelerinde popülaritesini korumakta ve bilakis gün geçtikçe daha da önemli hale gelmektedir.
Aslında işe ihtiyaçların sonsuz olduğu önermesinden başlamak gerekir. İhtiyaçlar neye göre sonsuzdur? Örneğin yıllar önce hayal bile edemediklerine bugün ulaşabilmiş durumda olan bir insan belki de o yıllarda bugünkü durumunu yakalayabilseydi kendisini her istediğini elde etmiş biri olarak kabul edecekti. Fakat şu anda geçmiş yıllardaki hayallerine ulaşmış olduğu halde bu sefer yeni ihtiyaçları doğmuş ve onlara ulaşabilme çabasına girmiş durumdadır. Tükettikçe mutlu olan insanlar ve toplumlar isteniyor. İnsanların tam anlamıyla hayatla ilgili beklentilerini karşılamış olmaları veya böyle hissetmeleri istenmiyor. Doyumsuz insan arzu ediliyor. Hangi yaşta, hangi eğitim seviyesinde ya da hangi statüde olursa olsun her insan için hayalini kurabilecekleri ve erişmek isteyecekleri bir hedef ortaya konuluyor. İster istemez insanlar ömürleri boyunca bu hedeflere ulaşabilmek için sürekli bir çabalama halinde oluyorlar. Hızlı bir yaşam döngüsü, bu döngüyü yakalayabilmek için hedeflere ulaşma hırsı ve bu arada da tüketerek mutlu olma heyecanı yaşatılıyor. Aslında bu sistem başkaları tarafından planlı olarak insanların yaşamak zorunda bırakıldıkları bir düzeni ifade ediyor. Bence insanın doğası ile çok uyumlu değil ama maalesef bu duruma alışıldı ve farkında olmadan hepimiz bu sistemin rahatlıkla devam etmesi için katkıda bulunuyoruz.
Bu sistemin kimler tarafından idare edildiği bir başka tartışma konusu. Şimdilik bundan bağımsız genel anlamda bir durum tespiti yapmak istedim. Büyükşehirler başta olmak üzere her yerleşim biriminde yaşayan insanın bu döngü içinde olduğunu söyleyebiliriz. Tüketim toplumu içinde yer almak ve tükettikçe mutlu olmak hissi genç nesilde yüksek, orta yaşlarda biraz daha düşük, ileri yaşlarda ise daha düşük seyretmektedir. Görülüyor ki, gelecek yıllarda bu konunun etkileri daha da belirgin biçimde yaşanmaya başlayacaktır. Burada önemli olan bir başka husus ise tükettikçe mutlu olan ve artarak devam eden bu durumun insanları bencilleştirip, birbirleri arasında yardımseverlik duygusunu azaltmaya başladığı gerçeğidir. Bence bu konunun en endişe verici kısmı budur. Geçmiş yıllarda yaşanmış bir iki anıyı paylaşmak istiyorum; Oğlu ile birlikte evine doğru yürüyen bir baba yolu uzatarak başka bir yoldan eve ulaşmak isteyince oğlu neden uzak yoldan eve gittiklerini sormuş. Babasının verdiği cevap; ‘’O yol üzerindeki terziye borç para vermiştim, bir süredir ödeyemedi, şimdi dükkânının önünden geçersek onu istediğimi düşünebilir. Yanlış anlayıp incinmesin diye bu yolu kullanmak istedim oğlum’’ şeklinde olmuş. Bu incelik ve hassasiyet toplumda halen var bütünüyle yok olmadı belki ama oldukça azaldı ve gelecekte maalesef tamamen silinecek. Benzer şekilde, sabah birkaç satış yaptıktan sonra gelen müşteriyi aynı işi yapan başka bir esnaf arkadaşına yönlendirerek; ‘’Ben bu sabah satış yaptım, şu arkadaş henüz siftah yapmadı. Aynı ürün onda da var ondan alsanız daha uygun olur’’ diyebilen esnafın bu davranışı bir başka zarafet, insanlık ve yardımseverlik örneği olarak verilebilir.
Tüketim toplumunun unutturduğu değerlere sahip çıkabilecek bilinçte olabilmek elbette çok önemli ancak genç nesillere bunları aktarabilmek sanırım hiç kolay olmayacak. Bizden istenilen şekilde bir hayatı yaşamak değil, kurallarını bizim koyduğumuz bir hayatı, önem verdiğimiz insanlık değerleri üzerinden sürdürebilmenin aslında en büyük öz güven duygusu olduğunu ifade etmek yanlış olmayacaktır.