Yıllar önce Alanyazı’da Benlinin meyhanesi Buldan’ın en gözde içkili mekânıydı. Şimdiki hamamın bulunduğu şehir garajı varken ve bütün şoförlerin buluşma noktaları gündüz Bostancıların kahvesiydi. Buldan’ın en meşhur nargile içme yeriydi. Rahmetli Şinasi öğretmen, fırıncı Hacaşı Mehmet, olukçu Muzaffer usta kahvenin değişmez müşterileriydi.
Akşamları da Benlinin meyhanesi dolar taşardı. Eskilerden kimler olmazdı ki, bu mekânda. Rahmetli Avukat Ali’nin oğlu Aydın Gürelme, şoför Ziya, Kıncı Mustafa, Sarı Hikmet, Cevizci Salih, Güneyli Musa, Ablanın Nadir ve Varyemez.
Bütün masaların dolu olduğu sıradan bir akşamdı. Meyhanede sigara dumanından göz gözü görmediği bir anda, nedeni anlaşılmayan bir meseleden dolayı, iki grup arasında söz dalaşı yerini kavgaya, dövüşe bırakır. Tabancalar, bıçaklar çekilir.
Bu arada iki grubu ayırmak araya girenlerden şoför Portakal Nadir kim vurduya gider. Karnından bıçak yarası almıştır. Olay Alanyazı meydanına taşmıştır. Bekçi düdüğünü duyan kavgaya karışanlar bir anda yok olurlar ortalıktan.
O sırada atıyla bağından gelmekte olan Arap Hoca, bağırsakları dışarı çıkmış, kan revan içindeki adamı görür. Hemen atından iner, yaralının bağırsaklarını içine katar. Yaranın üstünden dastarını sıkıca bağlar. Kucakladığı gibi atının arkasına atar. Dörtnala Aşağı Hastaneye yaralıyı yetiştirir.
Arap Hocanın sayesinde Portakal ölümden döner.
Burdurlu Ali Cahit Hoca sabah erken saatlerde okuluna giderken Otuz Veli’nin dükkânının önünden geçmek zorundadır. Hocayı fark eden Avukat Hamdi tezgâhın arkasından seslenir.” Gel, gel. İçini ısıt da öyle gidersin”. Ricayı kıramayan Hoca selamını verir ve tezgahın arkasına geçer. O sırada Topal Hayri cebinden çıkardığı turpu soyar, pastırma doğrar gibi ince ince birer dilim dağıtır. Votkanın yanında meze olarak başka bir şey göremeyen Ali Cahit Hoca kendine ikram edilen dubleyi içmek istemez, ”Çerez yok mu” deyince bizim koca ustalar gülerler. İkramdan bir yudum alan Hoca izin ister ve okulun yolunu tutar. İkindiye doğru okuldan eve dönmektedir. Otuzun dükkânının önünden geçerken, sabah gördüğü manzaranın değişmediğini görünce şaşkınlığı iyice artar.
Ertesi gün yine düzen tutulacağını tahmin ederek, aldığı bir kilo turpu getirir ve masanın üstüne bırakır.” Sizin bir tane turpla üç şişe devirmenize gönlüm elvermediği için getirdim bunları. Alın şunu da bayram edin” demiş.
Cebinden bir ayva çıkaran Topal Hayri Usta “Hocam biz her gün aynı mezeyle içecek kadar gariban mıyız? Hem bu kadar turp adamı akşama kadar ne hale sokar, sen bizi insan içine de çıkartmayacaksın herhalde” deyince Cahit Hoca “ Hadi size kolay gelsin, sizinle baş edilmez” deyip turpları da alıp gitmiş.
Ecenin Halil ve arkadaşlarını Eldirek köyünde yapılacak olan bir düğüne davet etmişler. Onlar da bir minibüs tutup köyün yolunu tutmuşlar. Akşama doğru köye geldiklerinde sofralar kurulmuş, herkes çakır keyif olmaya başlamış. Buldan’dan gelen bu ağır toplara bir masa kurmuş köyün gençleri. Gelsin malzemeler, rakılar, gitsin boş çanaklar, boş şişeler derken masaların bir kısmı zom olmuş. Kalkıp gitmeye başlamışlar. Bazı masalarda toplu halde kalkıp zeybek oynuyorlarmış davulun önünde. Ama bizim ağır toplar daha yeni oturmuşlar gibi doymak nedir bilmiyorlar, ha bire sipariş verip duruyorlarmış. Servis yapan gençler baş edemez olmuşlar, durumu düğün sahibine bildirmişler. Düğüncülerden biri “Ben onları iyi bilirim. Onlar eveyi deveyi yerler. Deveyi havuduyla yutarlar. Siz benim dediklerimi yapın yeter” demiş.
Yoğurt istedikleri zaman çanakların içine tuz doldurmuşlar. Servis yapmaya başladıkları sırada elektriğin şalterlerini indirmişler. Karanlıkta tuz çanaklarını yoğurt sanan bizim ağır toplar, rakının üstüne birer kaşık tuzu görünce neyi uğradıklarını şaşırmışlar. Karanlıkta yanlışlıkla oldu herhalde oldu diye oturmaya devam etmişler ve masaya bir lüks lambası getirmişler. Bize biraz daha sıcak getirin demişler.
Servis yapan gençler bir gün önce sürek avında domuz vurmuşlar. Vurdukları domuzu damda saklıyorlarmış. Birinci plan pek tutmadı, geçelim ikinci plana. Bunlara ben en iyisi domuz etiyle doyurayım, demiş bizimkileri tanıyan düğüncü. Gençler hemen hayvanı parçalamışlar. En güzel taraflarından kestikleri etleri mangalda cız bız yapıp, ağır topları doyurmaya yeniden başlamışlar.
Durumu anlamayan bizimkiler patlayıncaya kadar yiyip içmişler. Sofradan kalkıp toplu halde zeybek oynamışlar. Daha sonra düğün sahiplerine mübarek olsun, ikramlarınız için teşekkür ederiz, bize müsaade deyip düğün evinden ayrılmışlar. Minibüslerinin başına gelmişler, herkesin tam olup olmadığını kontrol etmişler. Buldan’a hareket etmek üzereyken servis yapan gençlerden biri minibüsün kapısını açmış, “Halil Amca, son zaman yediğiniz sıcaklar domuz etindendi. Hepinize afiyet olsun. Merak etmeyin size bir şey olmaz, çünkü sıcaklardan önce mideleriniz tuzla salamura edildi” deyince bizimkiler hemen minibüsten inip, öğürmeye başlamışlar. Ecenin Halil” Bu mendebur hayvanın etinin kokusu sarhoş kafayla anlamadık. Yediğimiz son zerreyi vücudumuzdan atana kadar yürüyeceğiz. Anlayacağınız Buldan’a yaya gideceğiz. Diğerleri bu fikre karşı çıkmış, “Yapma abi ya, Buldan’a kadar yaya olarak bu kafayla nasıl yürürüz biz” Ulan deyyuslar! Onu benle birlikte domuz etini yerken düşünecektiniz. Düşün bakalım önüme hamur yudanlar! demiş Ecenin Halil.
Yorumlar
Kalan Karakter: