Biz Buldanlıların Buldan’ı sevmesinden, ona özel bir muhabbet duymasından daha doğal bir şey olamaz. Sonuçta burası bizim ata toprağımız. Pek çoğumuzun doğup büyüdüğü, kimilerimizin de tüm hayatını geçirdiği yer… Ne var ki, Buldan’la, hatta Denizli’yle hiçbir bağının, akrabalığının olmadığı birinden Buldan’ımız hakkında güzel sözler duyduğunda, insan bir farklı mutlu oluyor. Şimdi size bundan neredeyse 50-55 sene önce şahit olduğum bir olayı paylaşmak istiyorum.
1970’li yılların başı… Buldan’dan okumak üzere geldiğim İstanbul’da evli ve iki çocuklu bir iç mimar olarak yaşıyorum. Ailece İstanbul’un Şişli ilçesinde oturuyoruz. Karşı komşumuz ise o yılların saygın bestecilerinden, ses sanatçılarından ve hocalarından Feriha Tunceli ablamız. Ablamız diyorum çünkü kendisi 1928 doğumlu bir İstanbul hanımefendisiydi. Biz tanıştığımızda 25 yıldan uzun süredir İstanbul Radyosu’nda yıllardır görev yapıyordu. Bir akşam ailece kendisini ziyarete gittiğimizde ondan bize unutamadığı anılarını anlatmasını rica etmiştim. O da bize Türk müzik tarihinin en değerli isimlerinden olan Münir Nurettin Selçuk’la birlikte yaşadığı bir anısını anlattı.
UNUTULMAYAN KONSER
Uzun yıllar önce Feriha Tunceli, hocası Münir Nurettin Selçuk ve radyo sanatçısı saz arkadaşlarıyla beraber bir Türkiye turnesine çıkmışlar. O kadroyu bugünün “süper starları” gibi düşünmek yerinde olur. Çünkü 1940’lı, 50’li yıllarda Münir Nurettin gibiler ülkenin en meşhur sanatçılarıydı. İşte o turnede şehirden şehre gezerken sıra, adını pek duymadığı bir Ege beldesine denk gelmiş. Bu beldede çıktıkları konserde her zamanki standart programlarını icra edip dönemin popüler eserlerini seslendiriyorlarmış. Konser devam ederken seyircilerden sahneye küçük kağıtlara yazılmış istek parçalar gelmeye başlamış. Ne var ki bu istek şarkıların isimlerini gören Münir Nurettin hayretler içinde kalmış. Çünkü istenenler o devre göre son derece derin müzik bilgisi gerektiren, üstün nitelikli eserlermiş. Münir Nurettin hoca seyirciye dönüp, “Efendim, bu istedikleriniz çok ağır eserler, müsaade ederseniz biz saz heyetiyle bunları sahne arkasında bir prova edelim” diyerek izin istemiş. Kuliste bu eserlerin üstünden geçtikten sonra tekrar sahne almışlar. Eserleri seslendirmeye başlayınca bir de ne görsünler… Salondaki dinleyiciler de hep bir ağızdan onlara iştirak ediyormuş, yani tüm salon şarkıları birlikte söylüyormuş. Böyle bilinçli ve uyumlu bir seyirci kitlesi bulunca Münir Nurettin hoca ve tüm kadro daha büyük bir coşkuyla söyleyip çalmışlar. Bu zevkle, verdikleri o konser gece saat 02:00’ye kadar devam etmiş. Feriha Abla bana bu anısını anlatırken “sen muhtemelen bilmezsin, hiç unutamadığım bu olayı yaşadığım yer Buldan’dı” demişti. İşte o an, hayatımda en gururlandığım anlardan biriydi. Kendisine “nasıl bilmem, ben de Buldanlıyım!” dediğimde o da çok sevinmiş, unutulmaz bir mutululuk yaşamıştık.
ÖZEL BİR NESİL
Ne mutlu ki ben, muhtemelen “Numune Kardeşler” sinema salonunda gerçekleşen o konserde sahnedeki sanatçılara eşlik eden seçkin Buldanlıların pek çoğuyla tanışma imkanına eriştim. O insanlar bizlerin babaları, dedeleriydi. Bu derin müzik bilgisi ve zevkinin ardında Buldan’ın bir dokumacılık merkezi olmasının yattığını düşünmüşümdür daima. Çünkü çocukken hepimiz, o tezgahlarda çalışanların gün boyu şarkılar, türküler söylediğini işitirdik. Bırakın televizyonu, düzenli radyo yayınının bile olmadığı o yıllarda, tezgâh çukurunda kendini eğlendirmek için şarkı türkü söylemek günlük hayatın ayrılmaz bir parçası gibiydi. Tüm bu geleneksel ve doğal performansın yanı sıra Halk Evi’ndeki sanat kolu (Fransızca “art” kelimesinden hareketle “ar kolu” denirdi o zamanlar) halkın müzik kültürü bir hayli geliştiren bir unsurdu. Örneğin bir dönem babam Naci Öncel bu sanat kolunun başkanlığını da yapmıştı ki kendisi de diğer dostları gibi bütün musiki makamlarına vakıftı. Sanat kolunda Yahya Uz keman, Yörük Hikmet ud, Hikmet Şen klarnet, Mehmet Başbuğ darbuka çalarken, okuma üslubu ve yorum tarzıyla şarkıları en güzel şekilde seslendiren Ali İhsan Türkmenoğlu abimizle birlikte meşk etme şansını yakalamıştım. Hatırlayamadıklarım da dahil olmak üzere hepsinin ruhları şad olsun…
GÖRSEL ZARAFET
Buldanlı büyüklerimizin zevki sadece musikiyle kısıtlı değildi elbette. 40’lı, 50’li yıllarda Buldan pek çok başka beldede görülmesi zor bir şıklığa sahne olurdu. Herhalde bunda kasaba halkının temel geçim kaynağının dokumacılık olması önemli bir etkendi. Ne de olsa “modacı” diye bir kavramın henüz bilinmediği o eski devirlerde, dokumacılık mesleği beraberinde desen bilgisi, renk uyumu gibi beceriler gerektiriyordu. Belki de büyüklerimiz işleri gereği günün modasını civar beldelerden daha dikkatle takip etmek durumundaydılar. Bu da ihtimaldir ki onların beğenilerinin ve gustolarının gelişmesinde rol oynuyordu. Nitekim biz çocukken sadece dedelerimiz, babalarımız değil, genç nesil de giyimine çok özen gösterirdi. Şık giyim için mahir terzilerin, güzel görünmek içinse “Berber Ali” gibi usta berberlerin olması tabii ki kaçınılmazdır. Benim çocukluk yıllarımdan hatırımda kalan isimler; Terzi İrfan, Terzi Cemal, Terzi Orhan, Terzi Hüseyin, Terzi Ahmet (dükkanında horoz eksik olmazdı) ve Terzi Mehmet Türe’dir. Sanırım onların yanı sıra daha başkaları da vardı. Kadro böyle güçlü olunca Denizli’den bile takım elbise diktirmeye gelindiği anlatılırdı.
***
İşte bu şıklık, mesai saatinin bitiminde Buldan’ın pek çok yerinde görülürdü. Yaşı ilerlemiş büyüklerimiz daha ziyade yukarı parkta buluşmayı tercih ederlerdi. Gün boyu dokuma tezgâhlarında çalışan büyüklerimiz, ağabeylerimiz saat ikindiye evrildiğinde takım elbiselerini giymiş olarak (genellikle kravatlı), ikili, üçlü, beşli gruplar halinde yan yana, sohbet ederek çarşıdan Talat Tarakçı Parkı'na doğru gelirler, orada hava kararıncaya kadar otururlardı. Akranları ile buluştuklarında konular genellikle dokudukları desenler, güncel olaylar ve bazen de spor haberleri olurdu. Bu abilerimiz, kışın evlerde toplanarak, yaz mevsimindeyse hafta sonlarında mesire yerlerinde sazlı sözlü eğlenceler tertiplerdi. Biz çocuklar, açık yerlerde yapılan bu tür toplantıları merakla ama sadece uzaktan izlerdik. Talat Tarakçı Parkı'nın ortasında bulunan adaya ise daha ziyade memur beylerin hanımları, bayan öğretmenler gayet düzgün giysileri ve başlarında şapkaları ile gelir, fevkalade modern bir görüntü verirlerdi. Onlara Buldan eşrafının eşleri de katılırdı zaman zaman. Yerli kadınlarımız peştamal ipekli üstlükle dolaşırlardı. Başka bölgelerin, kasabaların aksine, Cumhuriyet’in o kadar erken devirleri olmasına rağmen Buldan’da kara çarşafla dolaşan hemen hemen hiç kimse yoktu. Kısacası, 1940’larda, 50’lerde Buldan hakiki bir zarafet merkeziydi. Bizler o insanların mirasını taşıdığımız için hem çok mutlu, hem de her konuda gustolu ve özenli olmak durumundayız.
Sağdaki Suat Buldanlıoğlu,sağ yanındaki Babam Naci Öncel, en soldakinin ismini bilemedim yakın bir arkadaşı olabilir.Resim10.1.1939 de çekilmiş.
- Resim Naci Öncel’in Ahmet Cemal’in Avukatlık bürosunda çalışması. Burada ki esas konu o yıllardaki giyimi vurgulamak, papyon ve mendile dikkat. Resim 5.11.1934 de çekilmiş.