VATAN BORCU
Son yıllarda “bedellisi”, “kısa dönemi” falan çıksa da, askerlik görevi Türkiye’de her erkeğin hayatında önemli bir dönüm noktasıdır. Kimi bir an önce o üniformayı giyip selam vermek için sabırsızlanır. Kimi de zorunlu askerliğini olabildiğince ertelemeye, geciktirmeye çalışır. Ama eninde sonunda, bir şekilde askerlik yeminini eder. Bizler 2. Dünya Savaşı yıllarında doğmuş çocuklar olarak büyüklerimizden “Balkan ve Cihan Harbi” ile Kurtuluş Savaşı hatıraları dinleyerek büyüdük. Buldan’ın düşman işgalinden nasıl kurtulduğunu bizzat yaşayanlardan işittik. Hal böyle olunca, genç Cumhuriyet’in umut dolu çocukları olarak bizim için askerlik adeta kutsal bir görevdi. İşte bu duygularla üstlendiğimiz askerlik görevini üniversite mezunu bir yedek subay olarak yapmak, o yıllarda apayrı bir gurur vesilesiydi. İşin ilginç yanı, benim askerliğim oldukça sıra dışı bir askeri birlikte ve sıra dışı bir görevle geçti…
OKULDA ASKERLİK
Askerlik celbim geldikten sonra görev yerimin İstanbul’da“İstihkam Okulu Birliği” olduğunu öğrendim. (Genç okuyucular için not: Savunma amacıyla yapılan her türlü inşaat ve sipere “istihkâm” denir.) Günümüzde İstanbul’un Kağıthane ilçesi Belediye binasının bulunduğu arazi, 1960’lı yıllarda İstihkam Okulu’na aitti. Kağıthane küçük bir Anadolu kasabası görüntüsündeydi. Şimdiki Devlet Arşivlerinin yerinde okulun yemekhanesi bulunuyordu. Girişin sağ koridorunda derslikler, üst katta yatakhaneler, sol koridorda subayların çalışma odaları vardı. Üst katkomutanlık kademesine aitti.
***
Göreve başladıktan hemen sonra tüm devre arkadaşlarımızın inşaat mühendisliği veya ilgili konularda yüksek öğrenim almış arkadaşlar olduğunu fark ettim. Belli ki hepimiz özel olarak İstihkam Okulu’na tayin edilmiştik. Bölüğümüz 140 mimar-mühendis, bir tanede iktisatçıdan ibaretti. Ben de “iç mimar” vasfımla buradaydım. İçimizde öğrenimini yurt dışında tamamlayanlar da vardı. Koğuşlarımız adeta üniversite yatakhanesi gibiydi. Her birimiz altı ay sürecek standart askerlik eğitimimize ilaveten istihkam konusunda özel eğitim alacaktık. Bölük kadrosunda çok renkli simalar, her yaştan arkadaşlar vardı. Mesela İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Doçent Fikret Keskinel ve Vural Cinemre, üniversiteden mezun ettikleri öğrencileriyle birlikte askerlik yapmaya gelmişlerdi! Çünkü o yıllarda doktora, doçentlik çalışması gibi akademik eğitimler sona erinceye kadar askerlik görevi tecil ediliyordu. Ayrıca mezuniyetlerinden sonra iş hayatına atılanlar, yurt dışında okuyup orada uzun zaman kalanlar nedeniyle bölüğün yaş ortalaması epeyce yüksekti. Bizler, yani benim gibi mezuniyetinden hemen sonra askere gelen “gençler” sadece birkaç kişiydik: Ali Ziver Karaçay, Hasan Suda ve ben.
DEVELER VE JAPONLAR
Koğuşlarımıza yerleşip elbiselerimiz ve ayakkabılarımız dağıtılınca üstümüze uyma sorunu yaşadık postallarımız çoğumuzun ayağını vurdu, hatta bir arkadaşımızın ayağı çabuk iyileşmediği, talimlere terlikleriyle katıldığı için adı bölükte “Terlik Mehmet” olarak kaldı. Bölüğün ilk içtimasında komutan,“herkes birbirini tanıyıncaya kadar geçiçi olarak başçavuş olmak isteyen el kaldırsın” dedi. Baktım hiç talipli yok ben el kaldırdım.Ardından herkes boy sırasına göre üç takıma ayrıldı. Ben üçüncü takıma düştüm. En uzunlardan oluşan birinci takımın lakabı “Develer”,en kısalardan oluşan bizim takımınkide “Japonlar”. İlk içtimadan bir hafta sonra yapılan seçimde birinci takımdan Orhan Erkut arkadaşımız bölük başçavuşu oldu. Bende üçüncü takıma “kılavuz” oldum. Lise-üniversite mezuniyetlerinde çıkan “yıllık” gibi bizim de askerlik mezuniyetimizden sonra bir yıllığımız çıkmıştı. Bu yıllığa benimle ilgili şaka olarak “Varol arkadaşımız, bölüğe ayak uyduramadığı için, kılavuz olup üçüncü takımın ayağını kendisine uydurmuştur” diye yazmışlardı. Develerin takım komutanı, bölüğün en gencinden daha küçük yaştaydı! Çiçeği burnunda bir muvazzaf teğmen… Ama gayet ciddi, oldukça hevesli, sert görünümünün yanında iyi ve donanımlı bir asker. (Nitekim ilerleyen yıllarda paşalığa kadar yükseldi).İkinci takımın komutanı asteğmen Nevres Karameşe, bizim takım komutanımızda asteğmen Murat Demirer idi. Bölük komutanımız, Yüzbaşı Nevzat Savaşçı idi. Yüzbaşımız gece okuluna devam ederek Yıldız Teknik Üniversitesi Harita mühendisliği bölümünü bitirdi.
İKMALE KALAN DOÇENTLER!
İstihkam Okulu’nda çeşitli rütbelerdeki subaylar uzmanlıklarına göre derslerimize giriyorlardı. Özellikle “köprü” dersine giren Yarbay Fuat Atay’ı anlatmadan geçemem. İstihkam sınıfının en önemli görevi, savaş anında ordunun geçeceği yollarda gerekli olacak köprüleri en süratli bir şekilde inşa etmektir. Bu önem nedeniyle “Köprü” dersinden100 üstünden en az 70 almazsan okuldan mezun olamazsın. Köprü dersinin önemine göre günlerce sınava hazırlandık. O gün büyük bir heyecanla salondaki yerlerimize oturduk. Bölük imtihanları okulun sinema ve konferasyon salonunda oluyor… Sorular dağıtıldı, cevaplar verildi, kağıtlar toplandı… Fuat Yarbay sahneden cevapları okumaya başladı. Hepimiz heyecanla köprü hesabının sonucunu merak ediyoruz. Yarbay hocamız doğru cevabı okuyunca bölükte bir kargaşa çıktı, “yok öyleydi, yok böyleydi; doğrusu şudur” diye…Bir kısım cevabın doğruluğuna itiraz ediyordu. Yarbay baktı işin içinden çıkamıyor, “öyleyse oylama yapalım” dedi.“A” şıkkını doğru kabul edenler, köprü mühendisliği konusunda kitap yazmış olan Doçent Fikret Keskinel ile Vural Cinemre idi. “B” şıkkını doğru kabul edenler diye sorulunca bölüğün geri kalanı el kaldırdı. Yarbay, kalabalığa uyup “doğrusu B şıkkıdır” dedi.Ne komiktir iki doçentimiz köprü dersinden ikmale (bütünlemeye) kaldılar!
***
Anlattığım bu garip olay, teknik meselelerde çoğunluğun değil bir bilim dalında en bilgili olanların esas alınması gerektiğine dair yaşanmış bir örnektir. Oysa konu ne olursa olsun daima bilimsel yaklaşımı benimsemek durumundayız. Çoğunluğun itirazı, dünyanın yuvarlak olduğu gerçeğini değiştirebilir mi? Maalesef ülkemizde bilimin doğrularını dikkate almamak pek çok faciaya yol açabiliyor. Bunun en acı şekilde ortaya çıktığı örneklerin başında inşaatlar geliyor. Neyse ki bizim askerlikte gördüğümüz köprü dersi sınavında yaşadığımız komik ama düşündürücü hatıra, herhangi bir olumsuzluğa yol açmadan atlatıldı!