Buldan’daki çocukluk ve Denizli’deki gençlik yıllarımda filizlenen müzik sevgimin üniversite öğrenciliğim sırasında bir gelir kapısına dönüşeceği hiç aklıma gelmezdi. Bizim gençliğimizde üniversite öğrencileri için şimdiki gibi yurt ve kredi olanakları yoktu. Eğitim ve barınma masraflarımızı çıkarmak için pek çoğumuz farklı gelir imkanlarını kovalar dururduk.
KORO ÇALIŞMALARI
Ben de üniversitede okurken İstanbul Erkek Lisesi’nin bahçesindeki bir idari binada haftada bir gün, Aksaray Müzik Cemiyeti’nin halk müziği çalışmalarına katılmaya başladım. Hocamızda İstanbul Radyosu’nun“Yurttan Sesler”korosu şefiydi. Öğrencilerin bir kısmı Nuri Sesigüzel gibi Urfa yöresinden arkadaşlardı. Sonradan Nuri ile evlenen Aysel, güzel uzun hava okuyan Yıldız Tezcan, Ayşe ile kardeşi Arda’nın yanı sıra isimlerini hatırlayamadığım yirmi beş kişilik saz ve koro grubundan arkadaşlarla düzenli çalışmalar yapıyorduk. Yeni bir türkü öğreneceğimiz zaman hocamız küçük curasıyla ezgiyi çalmaya başlar, bende hemen arkasından kavalımla iştirak ederdim. Öğrencilerin içerisinde tek üniversiteli bendim. Belki biraz da bu sebeple, Hocabeni yardımcısı gibi görüyordu. Aylar sonra bir çalışma günü “Varol, benim acil bir işim çıktı, al şu notayı koroyu sen çalıştır” dedi. Bense ona “Hocam, ben nota okumayı bilmem ki” diye cevap verince, Hoca masasından ayağa fırlayarak“Sen benimle dalgamı geçiyorsun!” diye kızdı. Ben “yeminle bilmiyorum hocam” diye tekrar ettiğimde, adeta koltuğuna yığıldı kaldı: “Pes yahu!Ben yıllardır öğrenci, sanatçı yetiştirdim böyle bir kulak görmedim” dedi. O, curayla çaldığı yeni bir türküye benim hemen eşlik etmemden hareketle çok iyi nota bildiğimi zannetmiş anlaşılan.
MÜZİKTEN PARA KAZANILIR MI?
Korodaki düzenli çalışmalarımız sürerken düğün, nişanlarda arada bir sahneye çıkıyor, karşılığında az da olsa üç beş kuruş kazanıyorduk. Korodaki arkadaşlarımızdan Yıldız, Mahmut Tezcan isimli bir menajerle evlenince arkadaşlarımdan oluşan saz ekibine tek tip elbiseler dikildi. O tarihte tek tip sahne kıyafeti pek nadirdi. Zamanla daha sık ekstra gösterilere çıkmaya başladık. Açıkhava Sahnesi’nde koromuzun verdiği bir konser sonrası yanıma bir bey geldi. O dönemde halk müziğinde hatırı sayılır bir üne kavuşmuş olan Nurinisa Toksöz’ün benimle konuşmak istediğini söyledi. Adanalı,çok alımlı bir kadın sanatçı olan Nurinisa Toksöz o yıllarda Muzaffer Akgün’den sonra piyasada en çok iş yapan türkücülerden biriydi. Bende onun adını duyunca görüşmeyi memnuniyetle kabul ettim. Buluştuğumuzda benim çalışımı beğendiğini, kendi ekibine katılmamı istediğini belirtti. Seans başınada 20 lira teklif etti. Böyle bir teklif, benim öğrenci halimle kaçırılmayacak bir fırsattı. Böylece harçlığımı rahat rahat çıkarabilecektim. Her akşam Bomonti’de, Recep Özgen çay bahçesinde ve Salacak gazinosunda iki seansımız vardı. Ayrıca yaz aylarında nişan, düğün, sünnet gibi etkinliklerde ekstralarımız oluyordu. Öyleki bir hafta sonunda Kemerburgaz’dan başlayıp, Kağıthane, Şişli, Beşiktaş, Üsküdar, Kadıköy, Kartal, Pendik, İzmit ve Karamürsel olmak üzere toplamda on seans gösteri yaparak rekor kırmıştık. Bu sayede bir aylık masrafımı bir günde kazanmış oldum.
STÜDYO VE SAHNE HALLERİ
Ahmet Yamacı hocamın eşi Fatma Türkan Yamacı’yada konserlerinde refakat ediyordum. Ayrıca Ahmet hocam, Nurinisa’nın ve Ankara Radyosu’ndan Saniye Can,Nezahat Bayram gibi tanınmış sanatçıların plak kayıtlarına benide dahil ediyordu. Plak başına250 lira ödüyorlardı. Yeşilyurt‘taki “Sahibinin Sesi” plak şirketinin stüdyosu 35 m2 civarında bir salondu. Şarkılar canlı kaydedildiği içinhatasız kayıt alınana kadar aynı parçayı defalarca çalıyorduk. Nida Tüfekçi hocamın buluşuyla, kavalın güçlü sesi sazları bastırmasın diye kavalımı stüdyonun en uzak köşesinde, üstümde birkaç çuval konmuş şekilde çalıyordum.
***
Sahne hayatında hiç unutamadığım bazı anılarım oldu. Örneğin Nurinisa Hanım, çıktığımız her programda mutlaka bana kavalımla bir açış yapma şansı verirdi. Bir başka konserde, İstanbul’da Açıkhava Tiyatrosu sahnesindeydik. Müthiş bir seyirci vardı. Bu konserde saz ekibi olarak Yıldız Tezcan’a eşlik ediyorduk. Yıldız da uzun havaya benim açış yapmamı istedi. Bende kavalımla gayet güzel bir açış yaptım. Harika bir program çıkardık. Çoğunuzun bildiği üzere, bir sanatçı çok beğenilmişse konser sonunda hararetle alkışlanıp tekrar sahneye davet edilir. Ne var ki bu defa ekip olarak sahneyi terk ederken seyirciler hep bir ağızdan “kaval, kaval!” diye tempo tutarak beni sahneye davet ettiler. Elbette bu görülmemiş, duyulmamış bir tavırdı. Bu ısrarlı talep karşısında eğilerek seyirciyi selamladım, elimi kalbime doğru götürerek onlara teşekkürlerimi ilettim.Yaşadığım bu beklenmedik olay beni derinden mutlu etti ve onurlandırdı. Kuliste Yıldız Tezcan ve saz arkadaşlarımda beni tebrik ettiler.
***
Unutamadığım bir başka konser de 18 Mart Çanakkale Zaferi yıldönümü şenliklerinde verdiğimiz konserdir. Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nun folklor bölümü ve korosu olarak sergilediğimiz başarılı gösterilerimizin yanında yolculuk anında vapurda kendimiz için çalıp oynadık, eğlendik. Ama daha da önemlisi, Çanakkale savaşlarının geçtiği alanlarda atalarımızın ne zor şartlarda,ne imkansızlıklarla düşmana göğüs gerdiğini düşündük, gözlerimiz yaşararak şehitliği dolaştık. Atatürk’ün savaş dehasını, “ben size ölmeyi emrediyorum” diyecek kadar kararlı ve yürekli bir komutan olduğunu; ordumuzun “Çanakkale geçilmez” ifadesini yedi düvele nasıl kabul ettirdiğini düşünüp gururlandık. Zafer kutlamasında, bağımsızlığımızı bir kısmı Buldan’dan, Denizli’den gelen yüzbinlerce şehidimize; Atatürk ve dava arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyet’e borçlu olduğumuzun bilinciyle, İstanbul’a dönüşümüzü hiç unutmam.
OKUL BİTTİKTEN SONRA
Yine o yıllarda Recep Özgen çay bahçesinde dönemin Müzeyyen Senar, Sevim Tanürek, Sevim Çağlayan gibi meşhur sanatçıları dönüşümlü olarak sahne alırlardı. Biz Halk Müziği ekibi olarak hepsinin alt kadrosunda yer alırdık. İsmail Şençalar, Kadri Şençalar gibi o devrin saz üstatlarıda as solistlere eşlik ederlerdi. Çarşamba günleri gazinolarda aile matineleri yapılırdı. Bir aile matinesi gününde sahne sıramızı beklerken Kadri Şençalar üstat beni yanına çağırdı. Herkes ona “Kadri Baba” diye hitap ederdi. Bende “buyur Kadri baba” diye yanına gittim. Dediki “otur bakayım yanıma”. Ne diyecek diye bayağı meraklandım. “Sen kendini anlat” bakayım dedi. Ben de Buldan'ı, ailemi, İstanbul’da iç mimarlık okuduğumu etraflıca anlattım. “Şimdi sen bana okul bitince sahneleri bırakacağım diye bir söz vereceksin” dedi. “Baba bu nereden çıktı böyle?” deyince “Ben seni günlerdir takip ediyorum. Sen bu alemin insani değilsin. Tavır ve hareketlerinden iyi bir aileden geldiğini tahmin ettim. Onun için okul bitince mesleğine dön, hobi olarak kavalını yine çalmaya devam et” dedi. Bende elini öperek teşekkür ettim. İşin ilginci bunu benden isteyen tek kişi o değildi. Bu konuda esas talep, müstakbel eşim Nurten’den gelmişti. Hatta benimle ancak sahneleri bırakmam kaydıyla evlenebileceği şartını koymuştu. Tabiiki Nurten’in isteği benim için en değerli olandı. Profesyonel müzisyenlik sayesinde öğrencilik yıllarımda kendi ekmeğimi kazandım. Üniversiteden mezun olup evlenme çağına geldiğimden itibaren müzik benim için ancak aile ve arkadaşlar arasında sürdürülen, keyifli bir hobi olarak kaldı.