Bir takvim yılını daha geride bıraktık. Hayatımızın her günü, her saati, hatta her anı altın değerindedir. Hele de bizim gibi 80’li yaşlarına gelenler için… Gelin görün ki gençken zamanın kıymeti aynı şekilde idrak edilemiyor. Oysa bir anlık bir boşluk, insanın tüm hayatını kökten değiştirebilecek önemde. Size bununla ilgili kendi hayatımdan iki olay anlatmak istiyorum.
PEHLİVANIN GÖZÜ KARARIRSA
1960’lı yılların başında, staj amacıyla Almanya’da bir fabrikada çalışıyoruz. Kaldığımız lojmanda bizim gibi üniversite öğrencilerinin dışında çalışanlar var. Bunlardan biride Türkiye’den yaşı elliyi geçmiş,Trakyalı eski yağlı güreşçi pehlivanımızdı. Güçlü kuvvetli biriydi. Öyle ki bir eli kemerindeyken diğer eliyle herkesi devirirdi. Pehlivan üç gün çalışır iki gün izin yapardı. Hep böyle olunca dikkatimizi çekti meğer kereste kamyonları geldiğinde pehlivana diğer işçiler, “haydi Türko” diye veriyorlarmış gazı…Bizimki tek başına kamyonu boşaltıyormuş,şefleride ona izin veriyormuş. Ben ona “bre pehlivan, nasılsın?” diye hatır sorar sohbet ederdim. Aramızda candan bir dostluk gelişti. Ben ne dersem itiraz etmez,“peki Cemalim” derdi.
***
Günün birinde Mersinli genç bir işçi geldi çalışmaya.Ona Pehlivan’ın odasında yer verdiler. Aradan epey zaman sonra bir gece, onların odasından bir bağrışma sesleri geldi, gürültüler koptu. Odası da bizim iki yanımız…“Ne oluyor” diyeyataktan fırladık.Odaya girdiğimde Pehlivan, Mersinli’yi yatırmış yere, üstüne çökmüş elindeki palayı da dayamış gırtlağına, oğlan feryat figan…Ben gayri ihtiyari “Pehlivan ne yapıyorsun!Kalk, çabuk bırak!” diye nasıl bağırdıysam artık… Pehlivan, birden“peki Cemalim” diye oğlanın üzerinden kalktı. Oğlanda hemen fırladı kaçtı.Sakin bir yapısı olan pehlivana “ne oldu” diye sorduğumuzda bize anlattı. Mersinli genç, geç vakit içkili odaya gelince gürültü yapmış.O da “evladım, herkes uyuyor biraz sessiz ol” deyince genç küfürle karşılık vermiş.Tabii tepesi atmış pehlivanın, gözü dönmüş… Almış altına, kesecek oğlanı, neyse özür dilettik olayı tatlıya bağladık, sonunda. Hep düşünmüşümdür…Ya biz o anda odaya gelmeseydik, belki de o genç çocuk ölecek, Pehlivan da bir anlık öfkesine yenik düşüp katil olacak, hapislere düşecekti!
YOLCULUK NE TARAFA?
Bunun gibi kritik bir başka olayı da aynı stajın sonunda yaşamıştık. Yaz mevsimi bitip Türkiye’de üniversite derslerimizin başlama vakti geldiğinde bizim Almanya’dan memlekete dönme vaktimiz gelmişti. Türkiye’ye Fuat isimli arkadaşımızın arabası ile dönecektik Fuat çok eşyaalamayacağını daha önceden söylediği için paketleri ona göre düzenledik. Ama satın aldığımız teypler bagaja sığmayıncahepsini arka koltukta üst üste dizdik.Kalan boşluğada sazımla ben oturdum. Aygün ve Zeki arkadaşlarım da öne oturdular. Benim arkada tek oturmamın bir nedeni de uzun yolculuk sürerince şoförün uyumaması için saz ve kaval çalarak onları oyalamamdı.Son gecemizde lojmandaki arkadaşlarla vedalaştık,sabah erkenden yola koyulduk. İlk durağımız Münih’e komşu olan Avusturya’nın en güzel şehirlerinden olan Salzburg idi.Ardından Yugoslavya'nın ikinci büyük kenti Zagreb’e vardık.Hava kararmak üzere olduğu içinşehri transit geçip otoyolun kenarındaki bir park yerinde mola verdik.Almanya’nın KirchheimunterTeckkasabasından ayrılalı 800 km. olmuş;şoförümüz Fuat çok yorulmuştu, çünkü Almanya dışında yollar tek şeritliydi.Onun molada uyuması için çok sessiz olmaya gayret ettik. Sabah Belgrad’a doğru yola çıktık.Bizim Ankara, Konya yolu gibi dümdüz yol…Öğle üzeri Belgrad’a ulaştık.
BEKLENMEDİK MANZARA
Niş şehrinden geçipNişava ilçesine doğru ilerlerken yol tamiratına rastladık.Tahminen 30 km. boyunca bozuk ve şantiye halindeki yolda, engebelerden ine çıka ilerlerken, yol bir ara düzeldi ve genişledi. Fuathaliyle süratini biraz artırdı.Geçtiğimiz dağlık yolda sağa doğruvirajı döndüğümüzde beklenmedik bir manzarayla karşılaştık: Karşımıza betonu dökülmüş,kapalı olduğu için sağlı-sollu iki varil üzerine büyük bir kalas konmuş halde aniden karşımızda beliren bir barikat vardı! Ben barikatı görür görmez“abi, ortadan” diye bağırdım. Fuat da kalasla şarampol arasındaki boşluktan geçerim ümidiyle oraya yöneldi. Ama yerler biraz ıslak olduğundan araç şarampolekaydı ve sıralı kavak ağaçlarını kırarak ilerledi ve en sondaki meşe ağacına olanca hızıyla çarparak durdu. Ben araçtan indiğimde Fuat’ın kaval kemiği kırılıp çizmesini delmişti; büyük bir acıyla inliyordu. Aygün’le Zeki’nin cama çarpan kafalarından akan kanlardan yüzleri seçilmez haldeydi. Bir anda hayati tehlike yaşadığımız bir kazaya uğramıştık!
HASTANE GÜNLERİ
Köprü inşaatında çalışanlar ve toplanan insanlar hemen yardıma koştular. Yaralı arkadaşları taşıyıp eski bir kamyonetin kasasına bindirerek Niş şehrinin hastanesine götürdüler.Beni de kaza yerine yakın Nişava kasabasının tek katlı sağlık ocağına götürdüler.Bir müddet sonra yattığım somyada parmağımı oynatamıyordum. Kaza sırasında şiddetle Fuat’ın koltuğuna çarpmış olmalıyımki nefes almakta zorlanıyorum.Kaburgalarım her nefes alışımda sanki vücuduma batıyor.Bütün aklım arkadaşlarımda; acaba yaşıyorlarmı, ne durumdalar diye merak içerisindeyim. Ertesi gün doktorlardan arkadaşların durumunu sordum. Üçününde yaşadıklarını söyleyince kendimi tutamadım ağladım sevincimden. İkinci günü biraz kendime gelince doktordan beni arkadaşlarımın yanına göndermesini rica ettim. Sağolsun beni arkadaşlarımın yanına yolladı.Nasipte o bozuk yoldan tekrar geçmek varmış. Yolda giderken kaza anını tekrar yaşadım sanki.Ne tuhaftır, kazadan sonra araçtan indiğimde gayri ihtiyari ilk önce ellerime bakmıştım;“eğer sakat kalırsam kaval çalarak hayatımı kazanırım” diye…O şokla insan neler düşünebiliyor! Niş hastanesinde arkadaşlarla bir buluşmamız var ki…Hepimiz ağlayarak birbirimize sarıldık; Allah’ımıza şükrettik salimen kurtulduğumuza. Fuat’ın ayağı sarılı ve askıda, Aygün ve Zeki’nin gözleri kıpkırmızı. Yüzlerine kan oturmuş,korkunç bir görüntüleri var. Başkan Tito’nun sosyalist yönetiminden mi bilmem, bizlere çok çok iyi baktılar. Aygün’le ikimiz arabanın durumunu görmek için çekildiği garaja gittiğimizde bir kez daha şükrettik kurtulduğumuza. Öyle ki direksiyon tavana kadar çıkmış,ön taraf tanınmaz halde. Gitmişken arabanın plakasını ve dikiz aynasını söktük; Fuat’ın karyolasına bağladık! Ayağı iyi kaynamadığı için tekrar ameliyat ettiler.On gün boyunca yakınlarımıza haberde gönderemedik… Türkiye'ye bir an önce dönmek istiyoruz. İmza vermek kaydıyla taburcu edeceklerini söyleyince hemen kabul ettik. Trende yer ayırttık, ambulansla bizi gara kadar götürdüler. O ana kadar hiçbirimizin konu etmediği eşyalarımızıda getirmişlerdi,hatta kırılan sazın sapıdahil… Hiçbir eşyamızın kaybolmadığını tespit edinceülkedeki düzeni ve dürüstlüğütakdir ettik.Alın terimizle kazandığımız paralarla aldığımız eşyaların hiçbirinin kaybolmaması bizleri ayrıca mutlu etti.Edirne’den haber verdiğimiz arkadaşlarımız,İstanbul’da Sirkeci garına geldiğimizde ambulansla bizi karşıladılar. Bende Beşiktaş Tuz Baba’daki evime döndüm. Ertesi gün de müstakbel eşimle buluşmanın mutluluğunu yaşadım. İşte… İnsan hayatı bir anda, bir olayla bambaşka bir yöne doğru sürüklenebiliyor. Şükürler olsun ki, kaderimizde o kazadan kurtulmak varmış. Öyle olmasaydı yaşadıklarımdan öğrendiklerimi bu köşede sizlerle paylaşabilir miydim?