Günümüzde genç insanlara bakıyorum da çoğunda bir umutsuzluk görüyorum: “Çalışsak ne olacak, çalışmayla olmuyor” gibi bir karamsarlık içindeler. “Sizin zamanınızda böyle miydi?” diyorlar. Bir ölçüde haklı sayılırlar. Elbette ne bugünkü Türkiye, ne dünya 1970’lerle, 80’lerle aynı değil. Pek çok alanda rekabet çok daha çetin. Ama değişmeyen bir gerçek var: Çok çalışmak çok kazanmanın garantisi değil belki. Ama az çalışmak az kazanmanın garantisi!Evet belki, bizim gençlik yıllarımızda Türkiye şu veya bu şekilde sürekli büyüyordu. Ancak 70’ler çok sert yıllardı.
70’Lİ YILLARIN ZORLUKLARI
1970’lerin son zamanlarıydı…. Bir gün bir genç çıkageldi. Bizim atölyede çalışmak istediğini söyledi. Gerçi tecrübesi azmış ama “ziyanı yok, sebat edersen burada iyi bir usta olursun” dedim.Başladı çalışmaya.Baktım, verdiğim her görevi gayretle ve dikkatle yapıyor… Ben her elemanıma davrandığım gibi onada sevecen yaklaşıyorum, elindeki işleri nasıl yapması konusunda eğitici bilgiler veriyorum. Zaten yanımda çalışan ustaları,kalfaları ve çırakları ara ara toplar, yanlış yapılan bir işin doğrusunun nasıl yapılacağını,nasıl proje okunacağını, projedeki ölçeğin ne anlama geldiğigibi bilgileri onlarasık sık aktarırdım. Sonuçta o yıllarda henüz yeterli sayıda meslek lisesi olmadığı için ustalar bu tür yenilikleri ancak çalıştıkları yerde öğrebilirlerdi. Bu yüzden her birine, “aman sakın proje okumasını öğrenmeden burdan gitmeyin” diye öğütlerdim. Yanımda öğrendikleri için gelip sonradan bana çok teşekkür edip hayır duasını aldığım çok çalışanım olmuştur. Bahsettiğim genç de öğrettiklerimi dikkatle dinliyor, sürekli yapıp ettiklerimiz gözlüyordu. İşe girdikten iki ay kadar sonraydı, odama geldi. Benimle konuşmak istediğini söyledi. “Buyur evladım, dinliyorum” dedim. Bana ayrılmak istediğini söyledi. “Sen gayet yetenekli bir gençsin, biraz sabırlı olursan işi daha da güzel öğrenirsin, seni iyi bir usta yaparım; neden gitmek istiyorsun; bir problem mi var?” diye cevap verdim. “Hayır hiç bir sorun yok. Ben size kıyamadığım için ayrılmak istiyorum” deyince çok şaşırdım tabii. “O nasıl söz yahu, ne kıyması evladım” dedim. O delikanlı bana, “Usta ben anarşistim, bu atölyeyi dağıtmaya, bomba atmaya gelmiştim. Ama senin bütün elemanlarına bir baba, bir ağabey, bir öğretmen gibi davrandığını görünce gönlüm razı olmadı. Onun için müsaadenle ben gidiyorum” dedi. Hayretler içinde kalmıştım. Elimi öptü, helalleştik. “Yüreğindeki bu iyilik damarını inşallah hiç kaybetmezsin” diyerek uğurladım onu. Kimbilir o eylemi gerçekleştirseydi pek çoğumuzun canına mal olacak, hayatlarımız alt üst olacaktı.Herhalde o aldığımız hayır duaları vesilesiyle Allah’ım bizleri korudu diye düşünmüşümüdür.Ne demiş atalarımız, “yap iyiliği dök denize,balık bilmezse halik bilir”.
ÖĞREN, ÖĞRET
Allah’a şükürler olsun, atölyeyi açtığımız günden itibaren hiç bir zaman işsiz kalmadım.İlk atölyemiz 50 m2 idi.İkincisi 250 m2 oldu.“Frezeli planya,şerit testere,kalınlık makinası,bant zımpara,” gibi mobilya yapımında kullanılan makineler ve yeni tezgahlar aldık. Usta kadromuzuda takviyeler yaptık. Böylece daha rahat bir çalışma ortamına kavuşmuş olduk. Ama gelin görün ki benim mesai saatlarim akşam olduğunda btimiyordu. Geceleri evde yemekten sonra, sabaha kadar çizimini yapıyordum. Sağ olsun eşim benim sabaha kadar yalnız bırakmaz, sohbet edip ikramlar getirerek uyanık kalmama destek olurdu.İşleri işte böyle karı-koca el ele vererek, geceli gündüzlü emek vererek büyütmek mümkün oldu.
İşler biraz daha yoğunlaşınca Güzel Sanatlar Fakültesi’ne gittim, tanıdık iç mimar bölüm başkanları ve hocaları ile görüştüm.Bölümde okuyan öğrencilerden çalışmak isteyenleri bana gönderdiler. Ayrıca yaz aylarında stajyer öğrenciler gelmeye başladı.İçlerinden mezun olduktan sonrakadroya katılanlar oldu.Yıllar ilerledikçe mimari kadromuz beşi, eleman sayımızda elliyi geçti.Atölye hacmi bize dar gelmeye başlayınca bitişikteki binanın zemin ve birinci katını kiraladım. Toplamda 1550 m2 bir alana ulaştım. İki bina arasındaki duvarı yıkarak makina dairesi ile montajı birleştirdim, eski montaj katını da cilahane yaptım. Daha rahat bir çalışma alanı meydana geldi, mimarları da montaj kısmında bulunan asma kata taşıdım. Böylece, çizimlerinin imalatını görüp kontrol etme şansları oldu. İş hayatımda beni en çok mutlu eden,öğrencilere ve gençiç mimarlara bildiklerimi aktarabilmek olmuştur. İçlerinden çok başarılı olup kendi iş yerlerini açanlar, piyasada güzel işler yapmışlar, iyi yerlere gelmişlerdir. Ne mutlu ki yıllar içinde yirmiye yakın başarılı iç mimar yetiştirdim. Bu nedenle bana “Mimar Ustası” diye isim takmışlardı.
ÇOK ÇALIŞ, DÜRÜST KAL
1980’li yılların ortalarında doğru ev dekorasyonundan hazır tasarım mobilya üretimine doğru yeni bir iş alanına geçtim. Önce bir ortakla, ardından tek başıma İstanbul Kadıköy’de Bağdat Caddesi’nin Çiftehavuzlar mevkiindebir mobilya mağazası işletmeye başladım. Mağazanın adınıda doğrudan “Varol Öncel” koyduk. Böylece ürettiğimiz her mobilyanın altına imzamı atarak kalitesine kefil oluyordum. Eşim Nurten sabahları dükkana gidiyor,bende atölye çalışmalarını organize ettikten sonra öğleden sonra mağazaya geçiyordum. Sergilediğimiz ürünlerin tamamına yakını kendi üretimimizdi. Mağazanın bir amacı da perakende satışının yanında dekorasyonunu yapacağımız müşterilerimize, neler yaptığımızı gösterebimekti.Nurten Hanım mağazanın yönetimini fevkalade yürütüyordu. Bir müddet kızım çalışırken, yaz aylarındaoğlum da görev alırdı.İlke olarak,mağazaya giren her müşteriyi ayakta karşılamayı, ürünlerle ilgili teknik bilgileri bilip doğru olarak müşterilere aktarmayı görev saymışızdır. Bu ailece saygılı tavrımız müşterilercede daima memnuniyetle karşılanmıştır.
***
Sıcak yaz günü mağazaya bir çift geliyor. Dolaşmaktan ve sıcaktan bitkin haldeler… Nurten onlarındinlenmelerini sağlıyor, ikramlarda bulunuyor.Bu nazik ve candan ilgiye karşılık onlarda bizden mobilyalar alıyorlar, paralarınıda ödüyorlar. Tam bu sırada mağazaya ben geliyorum. Kendileriyle tanışmaya başlıyoruz: İzmir’den gelmişler.Malum bende Buldan’dan sonra, Denizli’den önce sanat okulunu İzmir’de okuduğum için fahriİzmirli,sayılırım. Muhabetimiz koyulaştık.a bizden dışımızda karşı mağazadan da başka mobilyalar aldıklarını öğrendim. Aldıkları mobilya adedine bakınca, “Bu eşya aldığınıza göre eviniz galiba çok büyük” deyince, “yok, hayır, öyle çok büyük değil” dediler.Bunun üzerine telefonla İzmir’deki evlerinin salon ölçülerini aldırdım. Hızla planını çizip yerleşimi yapınca satın aldıkları eşyaların salona sığmadığını gördüler. Bunun üzerine bizden aldıkları mobilyaların ve karşı mağazadan aldıklarının birkaçını geri bıraktırdım. Paralarınıda iade ettim. Benim bu davranışıma karı-koca çok teşekkür ettiler. Hatta bey “ben hayatımda sattığı malın da parasını iade eden böyle bir esnaf görmedim” diye ekledi. Belki o gün tamamen etik bir şekilde sattığımız ürünleri geri alarak kazancımızı kendi elimizle düşürmüş olduk. Ama o aile, bu jestimi unutmamış olmalılar ki İzmir’den bana pek çok yeni müşteri gönderdiler…Üstelik“mutlaka Varol beye gidin, derdinizi söyleyin o halleder” deyip güven vererek. Elbette 40 yılı aşkın meslek hayatımda bunun gibi daha birçok olaylar yaşadık.Ben önce iç mimar olarak olaylara fayda ve estetik açıdan bakmışımdır. Siz çalışkan ve dürüst oldukça satış ve ticari kısmı nasıl olsa olur. Bir gün olmaz, iki gün olmaz, ama günün birinde olur. Onun için gençlere tavsiyem: Daima çok çalışma, dürüstlük, güler yüz ve olumlu düşünce.