80’li yaşlarının ortasına yaklaşmış biri olarak geçmişe baktığımda, Buldan’ımızın ne kadar müstesna bir yer olduğunu tekrar tekrar gözlemliyorum. 1940’lı, 1950’li, 60’lı yılların Buldan’ı, her şeyden önce birbirine saygının canlı bir örneğiydi. Küçüklerin büyüklere saygısı, büyüklerin küçükleri sevip kollaması,bizim için gayet doğaldı. Bunun aksini düşünmezdik bile. Hiç şüphesiz hemen heğimizin çocukluk yaramazlıkları olurdu ve bazen bu afacanlıkların faturasını bir şekilde öderdik. Ama gelin görün ki, bunlar asla bizi rencide edecek bedeller olmazdı. Herkes olanlara bir şekilde gülüp geçerdi. Zaten bizler de büyüklerimizi asla çatık kaşlı, korkulacak varlıklar olarak görmezdik.
Gerek büyük ailemizde, gerek mahallemizde öyle mühim anlaşmazlıklar yaşandığı hatırlamıyorum. Arada bir olanlar da kalıcı kızgınlıklara, kırgınlıklara, küslüklere dönüşmezdi. Eğer ki, ilçemizi sarsacak vahim olaylar yaşansaydı, çocukluk gençlik anılarımızda silinmez izler bırakırdı. Ne mutlu ki, geride kalan yılların mirası daima güzellikler olmuştur. Tüm bunları mümkün kılan, kuşaktan kuşağa aktarılan öz değerlerimizdi.Ege insanının sorunları tatlıya bağlamayı bilen, yumuşak ve sevecen tabiatı daima zoru kolay eylemiştir. Okulda nice önemli bilgiler kazansak da, “insan olmayı” elbette hepimiz ailelerimizden öğreniyorduk. Örneğin bizim ailemizde ninem hepimizin bilge rol modeliydi. Pek çoğumuzun dedesi gibi, bizim dedemiz de ailemizin temel taşı, güven merkeziydi.
Buldan, ne bir köy kadar küçük ve kapalıydı, ne de büyük bir şehir gibi ucu açık belirsiliklerle, bilinmezlerle doluydu. Herkes herkesi tanır; tanışmayanlar da bir kaç sorudan sonra hemen birbirinin kimlerden olduğunu çözer, yakınlık çabucak kurulurdu. Şakalaşmak, birbirine takılmak, gündelik ilişkilerimizin ayrılmaz parçasıydı. Ama bunlar asla alay, aşağılama, hakaret seviyesine inmezdi. Kısacası büyüklerimizden hem neşeli, hem de saygılı olmayı öğrendik. Umarım biz de, sonraki kuşaklara onlar gibi iyi örnek olmayı becermişizdir.
Bu satırları sadece kendi kendimize bir övünme olarak görmeyelim. Önceki yazılarımda bazı örneklerini anlattığım üzere, beldemizi ziyaret edenler, insanımızın edebini – adabını hayranlıkla dile getirmiştir. Ayrıca civar köylerden pazara gelenler de “Buldanlı edebine” uyum göstermeye gayret eder, bizimkilere benzer tavırlar sergilerdi. Bugün Buldan, Türkiye’nin pek çok yerinden nice kişi güzel ilçemizi ziyaret ediyorsa bu sadece evlerimizin ve doğamızın güzelliği değil, insanımızın kaybetmediği güzel hasletleri sayesindedir. Çünkü binaları ve doğayı güzelleştiren nihayetinde, insanlardır, insanımızdır.
Son yıllarda dünyamız giderek manevi değerlerden maddi değerlere kaydı.Hayatlarımızın merkezinde artık bahsettiğim o şakalaşmalar, takılmalar değil, takışmalar, kavgalar var maalesef. Oysa iyi niyet ve insani değerler, her işin başıdır. Şunu unutmayalım ki, eskiden de hayat güllük gülistanlık değildi. 1940’lı yıllarda Türkiye 2. Dünya Savaşı’na girmese de çok büyük yokluklar ve sıkıntılar içindeydi. 1950’li yıllar çok önemli değişikliklere sahne oldu. Eskiden bilmediğimiz biçimde particilikle, toplum içinde yeni anlaşmazlık sebepleriyle tanıştık. Ama tüm bunlara karşın, yukarıda anlattığım Buldanlı edebinin, adabının ortadan kalktığını hiç hatırlamıyorum. Bizim babalarımız, büyüklerimiz Kurtuluş Savaşı görmüş bir kuşaktı. Yine de yaşadıkları onca felaketi anlatırken hiç nefretle konuştuklarına şahit olmadım.
Tüm bunları anlatma sebebim, “eskiden ne güzeldi, nasıl da bozulduk” diye yakınmak, şikayet etmek değil. Tam tersine şunu anlatmak istiyorum: Koşullar ne kadar zor görünürse görünsün, iyi niyet, güzel düşünce, dayanışma ve saygı her türlü zorluğu aşar. Asıl marifet, dedelerimizin ninelerimizin yaptığı gibi en ağır zamanlarda bile edebimizi, çelebiliğimizi koruyabilmek. Bir Buldanlıyı gerçek bir Buldanlı yapan, atalarına yakışır bir Buldanlı kalmasını sağlayan budur.