Buldan’da Yaşamak
Cemal Varol Öncel
ASKERLİK GÜNLERİM
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı tüm erkeklerin hayatındaki en bol hatıralı dönemlerden biri, hiç şüphesiz zorunlu askerliktir. Öyle ki 28 günlük kısa dönem askerlik yapanlar bile terhisten nice anıyla dönerler! Elbette ömürlerini vatan görevine adayan “hakiki” askerlerin yanında bizimkiler hafif kalsa da bizler yaşadıklarımızı anlatmaya doyamayız.
HAVA TAARRUZU
Benim de bundan yaklaşık 60 yıl öncesinde, yedek subaylığımın ilk altı aylık eğitim döneminden pek çok güzel hatıram var. Soğuk bir kış günü, İstanbul’da İstihkam Okulu’ndaki bölüğümüz, Hasdal’dan Kemerburgaz istikametine 6 km’lik mesafede telsizlerle irtibat kurarak yürüyüş eğitimine gittiler.(Bilmeyenler için: Bugün İstanbul Havalimanına gidilen bölge). Yerde 10 santim kalınlığında kar var. Bölük, piyade yarbay komutasında ilerlerken o esnada gökyüzünden bir uçak geçiyor. Bu uçağın sa söz konusu askeri talimle aslında uzak yakın bir ilgisi yok; oradan geçişi tamamen bir tesadüf. Ne var ki içimizde muzip bir arkadaşımız var: Özbek çavuş. Arkadaşımız kendini tutamayıp, elindeki telsizden tüm bölüğe “hava taarruzu, yere yat!!!” diye bir emir veriyor. Bütün bölük karların, çamurların içine uzanıyor. Yüzbaşı, komutu yarbay verdi diye, yarbay da komutu yüzbaşı verdi diye düşünüyor… Ne var ki bölük bir araya toplanınca gerçek meydana çıkıyor. Tabii Özbek Çavuş, bu muzipliğinin ödülü (!)olarak hafta sonu izne çıkamıyor. Ben raporlu olduğumdan bu unutulmaz eğlenceyi bizzat yaşayamamış, oradaki arkadaşlarımdan kahkahalar içinde dinlemiştim.
CANLI MATARA
Kağıthane Deresi üzerinde, savaş hallerinde yapılması düşünülen köprülerden birer örnek bulunuyordu. Onların üzerinde ders yapmak üzere, bütün bölük teğmenlerin komutasında, köprülerin olduğu bölgeye marşlar söyleyerek giderdik. Bu arada hangi marşı söyleyeceksek komutan bana “ses ver Varol! (veya Ercan’a, “ses ver Ercan)” der, biz de söylenecek marşın ilk satırlarını söyleriz. Bölük yürüyüşle, köprü eğitim alanına varınca uygulamalı dersler uzun sürdüğü için hocayı yeşil çimlere oturarak dinlerdik. Yine böyle bir derste gözüme çimenler arasında yürüyen küçük, sevimli bir kaplumbağa ilişti. Onu nazikçe yerden alınca minik kaplumbağa hemen kabuğuna çekildi. Ben de önümdeki arkadaşın su matarasını usulca çıkartıp yerine kaplumbağayı yerleştirdim! Güneşli sıcak bir gündeyiz…Çevremde olayı gören arkadaşlarımla olacakları içimizden gülerek takip ediyoruz. Bir müddet sonra arkadaşımız, su içmek için matarasına uzandı. Elinde matara yerine küçük kaplumbağayı görünce, istemeden yüksek sesle bir bağırdı ki, bütün bölük gülme krizine girdik tabii...
MAÇ
Bölükteki futbol maçlarımızı, meşe, gürgen ve akasya ağaçlarıyla çevrili yemyeşil ortamdaki sahamızda yapardık. Baklavasına maçlar çok çekişmeli geçerdi. Hakem de bizim takımdan Hüseyin Kalkavan olurdu. Birinci takım kaptanı Oltan Teğmen, ikinci takımının kaptanı da Nevres Teğmen… Oltan Teğmen, pasların hep kendisine verilmesini isterdi, verilmediğinde de komutanlık otoritesini kullanmaya yeltenirdi. Tabii bu da takımda gerginliğe sebep olurdu. Hakem bir iki defa ikaz etmesine rağmen Oltan Teğmen tutumunu değiştirmedi. Maçın hakemi Hüseyin, gözü kara Karadeniz çocuğu; hiç takar mı komutanı? Çıkardı kırmızı kartı Oltan teğmene, attı onu oyundan. Hepimiz cesaretinden ötürü ona saygı duyduk. Bununla birlikte Oltan Teğmen de üniformalıyken ondan bir “intikam” alma çabasına girişmedi. Bu örnek cesaretini ve kararlığını askerlik sonrasında da koruyan Hüseyin, çok başarılı bir mühendis olarak büyük projelere imza attı.
MORAL GECESİ
Eğitim dönemimizde üç defa “moral gecesi” düzenlenmişti. Bu gecelerde o devrin meşhur ve saygın sanatçılarından Safiye Ayla, Gönül Yazar, Tülay German, İnci Çayırlı ve saz heyetleri sahne aldılar. Bu sayede askerliğin disiplininden biraz olsun uzaklaşıp hoş saatler geçirdik. Safiye Ayla’yı evinden alıp okula getiren Nurettin Cenger, Safiye hanımın ne kadar olgun ve kibar bir hanımefendi olduğunu, alçak gönüllülüğü bizlere defalarca anlatmıştır. Bir gün yüzbaşıma “komutanım izniniz olursa bir moral gecesi de ben organize edebilirim” dedim. Oda olumlu karşıladı, bir tarih belirledik. Ben şehre inip Ahmet Yamacı’nın müzik okulundan tanıdığım bir solist kızı ve saz ekibini ayarladım. Onları Mecidiyeköy’deki bir kafeden, moral gecesinin gerçekleşeceği gün, saat 19:00’da almak üzere sözleştik. Nurettin’in arabasıyla bölükten yola çıktık. Hava bir bozdu ki sanki gök delindi, mübarek.Arabanın sileceği,yağan şiddetli yağmuru zor siliyor. Hal böyle olunca randevu yerine biraz gecikmeyle ulaştık. Kafeye girdiğimde ne göreyim, içerde kimsecikler yok! Mekân sahibine “saz heyetinden arkadaşlar gelmediler mi?” diye sorduğumda,“Bu havada konser olmaz deyip gittiler, teğmenim” cevabını verdi. Bu cevap üzerine beynimden vurulmuşa döndüm. Tüm komutanlar ve öğrenciler salonda saat sekizde hazır olacaklardı! “Hava bozuldu, kimseyi getirmedim” diye bir cevapla dönmem söz konusu dahi olamazdı. Adama “bunların adresi varmı sende?” deyince Gültepe’de bir adres verdi. “Hadi Nurettin, hemen Gültepe’ye” dedim, fırladık. Son hızla gidiyoruz… O zamanlar Gültepe bir gecekondu mahallesi; doğru dürüst yolu yok. Üstüne yağmurun şiddetinden yollar göle dönmüş. Arabanın altını vura çıka adresi bulduk. Kapıyı yaşlı bir teyze açtı.Ben heyecanla solist kızı sordum. Teyze demez mi,“onlar sinemaya gittiler” diye… “Nurettin haydi sinemaya!”. Allah’tan sinema çok uzak değilmiş. Hemen daldım içeri, yetkiliyi buldum. Resmi kıyafetli olmanın avantajıyla solist kızın ismini verip sinema salonunda anons ettirdim. Neyse ki hemen geldi. Saz heyeti evlerin gitmiş. Onları toplamak imkânsız. Hızla solist kızın evine gidip onun sahne elbiselerini alırken ben de evin duvardaki sazı kaptığım gibi arabaya bindik. Hız sınırını aşarak salonun arka kapısına vardığımızda saat 20:15 olmuştu bile. Yüzbaşı telaş içinde saçları dikilmiş vaziyette “nerede kaldınız?!” diye bana çıkıştı,“ekip nerede?” deyince “ben hallederim, merak etme yüzbaşım” deyip sazla sahneye fırladım. Üç-dört türkü okuduktan sonra solisti sahneye aldım. Ben çaldım, o söyledi…Benim kaval solom ardından düet yaptık. Asker arkadaşlar hep birlikte türkülere eşlik ettiler. Sonrasında bölükteki kabiliyetli arkadaşları teker teker sahneye aldım. Sağ olsun, Osman Posfar arkadaşım sahne organizasyonunda bana çok yardımcı oldu. Biz bize o kadar güzel bir gece geçirdik ki, arkadaşlar “en güzel moral gecesi bu oldu” dediler. Ben onların yalancısıyım vallahi! Ertesi gün hem komutanların yanında hem de bölükte forsumuz epey arttı. Öyle ki bu konuda dönem arkadaşlarım yıllığa şöyle yazmışlar: “Her yerde Varol’un sesini, sesini değilse kavalını, o da olmazsa kahkahasını duymayan kendini 71. dönemden saymasın”.