Akşam Benli’nin meyhanesinde ziyafeti bedavaya getirmenin yollarını düşünen Bayraktar Aliksan’ın aklına bir hıyanetlik gelmiş- Var mısınız benimle akşam meyhanesine iddiaya?- Hayrola mevzu nedir aslanım? demiş Beyciğim. –Önümüzdeki yoldan geçecek ilk bayana laf atacağım. Bir beyefendi gibi kibarca konuşup, görüşeceğim.- Varız ulen seninle her türlü iddiaya! demiş Neni Kemal. Güneyli Aliksan o sıralarda hanımının peştamal üslük kuşanıp buruşmaya gideceğini ve önlerindeki yoldan geçeceğini biliyormuş. Derken az sonra karşıdan peştamal üslüklü bir kadın gözükmüş. Hanımı olduğuna kendini inandırmış olan Aliksan hemen kalkıp, bayanın önünü kesmiş.- Hanım, benim adıma da başsağlığı dileyiver akrabalara, der demez kadın – Hadi oradan utanmaz herif! deyip elindeki çantayı kafasına yapıştırır. Vurunca kasketi yere düşmüş. Eğilip almış kasketin tozlarını silkeleyip giydiği sırada arkadan peştamal üslüklü bir hanım gelmiş. Bu gelen kadın kendi hanımıymış- Hayrola Aliksan, yerde ne arıyon? Kasketini mi düşürdün? –Sorma hanım, takke düştü kel göründü, Aliksan sayende meyhaneyi kaybetti. Eskiden doktorlar kendi adlarına hem muayenehane, hem de eczane açarlardı. Bunlara ecza dolabı denirdi. İşte o yıllarda doktor Yusuf Akbaylar’ın açtığı ecza dolabında, gedikli tıp öğrencisi doktor Nadir yaz aylarını orada değerlendirir, müşterilere ve gelen hastalara yardımcı olurmuş. Bir akşamüzeri ecza dolabına Bayraktar Aliksan gelmiş. – Nadir, bizim oğlan, anam hasta oldu. Eşantiyon ilaçlardan ver de kullansın fukara. Ne tür şikayetleri olduğunu sorup öğrenen doktor Nadir, çekmecelerden iki kutu hap, bir şişe şurup bulur getirir. –Abi, kutuların üstüne yazsam anlamazsın. Çünkü doktor yazısı okunmaz. En iyisi tatbik ederek öğreneceksin nasıl kullanıldığını! Bak bu şurubun ölçeği var. Şöyle güzelce doldurup içireceksin, der ve kendsi içer. Bir ölçekte Aliksan’a katıp içirir. Sıra haplara gelmiştir. Bir bardak su getirir. İçlerinden iki tane hap çıkartır.- Sabah, akşam birer tane tok karnına, deyip önce kendisi içer, sonra Bayraktar’a içirir.- Bizim oğlan, anama ilaç kalmadı! – Merak etme sen, zaten hepsini içmeden iyileşir. Geriye kalanlar zebil olmasın diye içiverdik.
Buldan pazarında kırk patlıcan bir liraya satan Keretmez’i kendine örnek alan Bayraktar Aliksan arkadaşlarına – Keretmez kırk patlıcanı bi lereye satıyor, para kazanıyor. Biz de dışarılara gidip kulak (Patlıcanın küçüğü, tazesi) satalım. Paraya para demeyiz! Bu fikir benimsenmiş, bir kamyonet köylerden topladıkları patlıcanı Denizli’de Şeytan pazarına götürmüşler. O yıllarda bu pazara üretici gelir, malını satarmış. Bizimkiler de üretici gibi, boş bir yer bulup patlıcanları dökmüşler. Bayraktar çıkmış bir sandalyenin üzerine – Haden bakalım! Batan geminin malları bunlar! On gulag bi lere! Bu çığırtkanlıktan bir şey anlamayan Denizlili vatandaşlar merakla sesin olduğu yere toplanmaya başlamışlar. Çünkü ne satıldığını hiç anlamamışlar. Nereden bilsinler gulağın taze patlıcan olduğunu. Bayraktar Aliksan bakmış vatandaşlar ne olduğunu pek kavramış değil. Başlamış kalabalığa izahata- Buna bizim oralarda gulag derler. Balcan soğan dürünürsün. Her türlü pişmiş ve çiğ yiyebilirsin. Elindeki kuru ekmekle birlikte başlamış çiğ patlıcanı yemeğe. Bayraktarın yaptığı gösteriden memnun kalan vatandaş almaya ikna olmuş yaşlı bir nine – Hadi oğlum bana iki kilo iyilerinden çekiver, deyince Bayraktar- Nineciğim, biz kilo ile satmıyoruz tane ile tane. – Ben tane falan anlamam, çabuk tart benim siparişimi. Yanlarına terazi almayan bizim ahbap çavuşlar ne yapacaklarını şaşırmışlar. Durumu kurtarmak için Bayraktar hemen en yakın bakkal giderek ninenin siparişlerini tartmış ve nineyi göndermiş. Taneyle satış yapamayacaklarını anlayan kafadarlar mallarını topladığı gibi Buldan yoluna koyulmuşlar. Menderes köprüsünden geçerken patlıcanları Menderes nehrine dökmüşler.
KÖŞE YAZILARI
01 Mayıs 2011 - 06:41
KIRK BALCAN Bİ LERE
Güneyli Aliksan, Beyciğim Rıza ve Neni Kemal aşağı parkta iskambil oynuyorlarmış.
KÖŞE YAZILARI
01 Mayıs 2011 - 06:41