Buldan’da doğup büyüyen herkes gibi çocukluk ve gençlik yıllarımızın Buldan’ındaki anılar bizlerle birlikte yaşıyor. O güzel anılar ve duygularla Buldan sevgisi sürekli içimizde yaşamaya devam ediyor. O güzel yılların anıları hatırlandıkça çoğu kez dudaklarımızda tatlı bir tebessüm belirir. Baharı yaşadığımız şu günlerde Buldan’da Yaşam Gazetesi’nin ”İçme Deresine Bakım Yapılsın” başlıklı haberi ile o anılar bir kez daha gözlerimde canlanıverdi. İçme Deresi’nin çocukluk ve gençlik yıllarımızda ayrı bir yeri vardır. O yıllarda İçme Deresi doğal görünüşüyle,şırıl şırıl akan sularıyla ayrı bir güzeldi. Bazen ailelerimizle bazen de arkadaşlarımızla yürüyüşler yaparak gezmeye giderdik. Oraya varınca tatlı bir serinlik ve esinti ile tavşancıl ve çam ağaçlarının tepelerden inen kokusu insana ferahlık verirdi. Dağlardan süzülen bu hoş bitki kokularının yanı sıra akan maden suyunun etrafa yayılan o farklı kokusuyla birlikte ciğerlere dolan temiz hava ayrı bir ferahlık verirdi.
Çocukluk ve gençlik yıllarımızda özellikle bahar dönemi ve yazları İçme Deresi’ne sık sık gidilirdi. O günlerde internet ve televizyon gibi çocukları kapalı mekanlara bağlayan eğlenceler yoktu. Belki de daha çok oynar,daha çok doğayla iç içe olmak isterdik. Her mevsimde farklı oyunlar ve farklı gezmeler sabırsızlıkla beklenirdi. İçme Deresi’ne gitmeden bir gün öncesi akşamdan evlerde yufkalar sulanır, çitlembikler dövülür; erik ekşisi kavanoza konulur, domates,patlıcan ve soğanlar hazırlanırdı.Mevsim yazsa elbette karpuz unutulmazdı.Ayrıca dönüşte su getirmek için şişeler ve bidonlar da hazırlanırdı.İçme Deresinde yenilebilecek en güzel yemek elbette geleneksel “Patlıcan Soğan” olurdu.Bazı zamanlarda da orada odun ateşiyle “Toprak Haranlı”da pişirilen Buldan’a özgü “Domates Göveci”ne doyum olmazdı…
Bazı günler sabah ezanına doğru ailelerimizle birlikte yola çıkılır,Haydar tarafından bağların arasından ve Kazanderesi’nden yürüyerek İçme deresine varılırdı.Çoğu zaman dik olsa da Haydar tarafından manzaralı yolu tercih ederdik.Yeşilin her tonu ve kuş sesleriyle sabah serinliğinde yürümek bambaşka olurdu.Bazen de dönüş yolu Sarıçalı üzerinden Gölbaşı tarafından olurdu.Gidiş dönüş farklı güzergahlardan olursa daha da hoşumuza giderdi.Çoğu defasında güneşin doğuşunu İçme Deresi’ne varışta seyrederdik.O an yükseklerden ovayı seyretmek ve gökyüzünün kızıllığı farklı bir duyguydu.İçme Deresi’ne ilk varışta “İçme Dedesi” dediğimiz kabir ziyaret edilerek dua ve dileklerde bulunulurdu.Burada zaman zaman adağı olanlar adaklarını adarlardı.Oradan sabahın tatlı serinliğinde İçme deresine inilir ve ilk olarak kaynağından akan berrak maden suyundan kana kana içilirdi.
Sanırım 1963 yılında dönemin kaymakamı Mustafa Gönül ile Turizm ve Güzelleştirme Derneğinin ortak gayretleriyle çevre düzeni yeniden yapılmıştı. Ortam tertemiz ve gayet bakımlıydı. İlk zamanlarda bir görevli orada bulunur, çevre temizliğini de yapardı. Orada kadın ve erkekler için tuvaletler dahi düşünülmüştü. Maden suyu kaynağı beton depoyla koruma altına alınmış olup bir borudan sular sürekli akardı.Yanıbaşındaki kaynakta daha da keskin bir su akardı. Hatta akan suların etkisiyle o boru yıllar sonra erimişti. Deponun üst tarafında tuğladan yapılmış kiremit örtülü bağ evini andıran yeni muntazam binanın içine yolluklar minderler serilir hatta birkaç farklı aile oturarak rahatça yemeğini yiyebilirdi. Dereden çırpılar toplanır o binada bulunan ocakta patlıcan soğanlar közlenirdi. Günümüzde gerek o çeşmenin gerekse o binanın yerinde yeller esiyor. Artık İçme Deresinde akan sular görülmüyor. İçecek su bulmak dahi mümkün olmuyor…Bu sebeple ”İçme Deresine Bakım Yapılsın ”başlıklı habere katılıyorum.
Yemek için hazırlıklar yapılırken gruplar halinde alt tarafa dere boyunca yürüyerek suların yüksekten aktığı “Şarıldak”a inilirdi.Orada kayaların arasında minik bir şelale oluşmuştu. Çok uzun yıllar boyunca yüksekten akan suların etkisiyle kayalar derin bir şekilde oyulmuş olduğundan kayaların o sarp görüntüsü farklı bir heyecan verirdi.O yaşların duygularıyla o sarp manzaralara aşağıdan yukarı doğru bakmak çok anlamlıydı.Daha sonra dönüşte sofraya oturulur patlıcan soğanlar dürülür,ellerimizden suları akarak keyifle yenirdi.Eski tabirle orada “Ekmek Çokuşma”nın ve sohbetin tadına doyum olmazdı.Suyun etkisiyle olacak ki doyduğumuzun farkında bile olmazdık.Yaşlılar maden suyuyla közde pişirilen dibek kahvelerini büyük bir zevkle yudumlarlardı.Yemek sonrası Bostanyeri’ne doğru hep birlikte yürüyüşler ve koşular yapılırdı.Yürümek istemeyenler kilimlerin üzerine uzanarak bol oksijenli ortamda birazcık kestirirlerdi.Orada içilen maden suyunun etkisiyle o kadar çok yenilmesine rağmen birkaç saat sonra yine acıkılırdı.Öğleden önce dönmeden kalmış gitmiş bir şeyler atıştırılırak daha zinde bir şekilde dönüş yolculuğuna geçilir ve fazla sıcak olmadan evlere varılırdı.
Maden suyuna gidemeyenler o sudan her zaman içebilirlerdi. Her gün oradan eşekleriyle şişelere su doldurup heybelere koyarak ve üzerlerini tavşancılla örterek getiren maden suyu satıcılarından suları alabilirlerdi. Kapıya kadar getirerek satan bu satıcılardan alınan maden suyu şifa niyetine keyifle içilirdi. Özellikle meşhur “Asalı Dayı”nın sesi hala kulaklarımızda yankılanır.”Madenden iç!””Şifalı su! Doktorun iç dediği su!” diye bağırarak çarşıyı ve sokakları dolaşır.Herkes onun geçişini sabırsızlıkla beklerdi.Babamdan dinlemiştim, gençlik yıllarında Dr.Rüştü Bağatur her gün İçme Deresi’ne yürüyerek gider gelirmiş.Hatta bir çok Buldanlı’ya bunu tavsiye edermiş.Hatta yaşlılar eskiden maden suyu satıcılarına Maden suyu getirtip her gün içerek idrar yollarındaki kum ve taşlardan kurtulduklarını,şifa bulduklarını anlatırlardı.
En çok unutamadığım ise İçme Deresinde ve oradaki İçme Dedesi başında yıllarca süren fakat günümüzde unutulan güzel geleneklerdi.O yıllarda bu gelenek sadece İçme Deresi için değil Kumralı Dedesi,Yayla Dedesi,Tekke Dedesi gibi kutsal ziyaret mekanlarında da sürdürülürdü.Horasan Erenlerinden olduğu ve bu yörenin Türk Milleti’ne kazandırılmasına ve İslam’ın yayılmasına hizmet verdiği rivayet edilen bu gönül insanlarının kabirleri adak ve hayırlar vesile edilerek ziyaret edilir ve dualardan sonra toplu yemekler yenirdi.Daha eski yıllarda Kumralı’ya çıkılarak hayırlar yapıldığı,bu güzel geleneğin yıllarca devam ettiği anlatılır.Özellikle çocukluğumuzun bahar dönemlerinde Buldanlılar yağmur duası için Yaylaya çıkarlar,Yayla Dedesi’nde kazanlarla pilavlar pişirilerek dualar edilirdi.Hatta çoğu defasında ani bastıran yağmurlarla dönüşe geçilirdi.Buldan çevresinde değişik noktalarda bu şekilde saygı duyulan ziyaret yerlerinin bulunduğu ve asırlardır bu yerlerin ziyaret edildiği rivayet edilirdi.Özellikle İçme Dedesi’nde sık sık adaklar adanır,hayırlar yapılır,kurbanlar kesilirdi.
Hiç unutmam,ailem 1971’de ilk öğretmen olduğum yıl İçme Deresinde kurban keserek hayır yapmaya söz vermişti. O yaz birkaç minibüs ve bir kamyona binilerek,büyükçe bir koyun da alınarak tüm komşular ve akrabalarla oraya gidilmişti.Bazı misafirler de değişik yollardan yürüyerek gelmişlerdi. Boduk Mehmet Dede tekbirlerle kurbanımızı kesmiş,kazanlarla yemekler ve pilavlar pişirilmişti.Ayrıca odun ateşinde helva karılmıştı.İlk önce misafirlere yemek öncesi “Patlıcan Soğan” yedirilmişti.Bir kaç saat sonrası ise sofralar kurularak afiyetle hazırlanan yemekler yenilmişti.Yemekten sonra okunan mevlit ve yapılan dualarla unutulmaz bir gün geçirilmişti.Bol bol maden suyu içilmiş,yürüyüşler yapılmıştı.O gün yaşlıların kimisi doğal ortamda yürümüş,kimisi fırsattan istifade doya doya sohbet etme imkanı bulmuştu.Özellikle o gün çocuklar fazlasıyla eğlenmişti.O günlerin bu güzellikleri hala anılarımızda yaşar.
Yıllarca İçme Deresi’nden gelen sebzeler; özellikle sıyırma ve fasulyeler,çetmeler,patlıcanlar Buldan’da o kadar makbuldü ki hala o lezzetler unutulmaz.İçme Deresinden akan sular kaybolunca İçme Mevkiindeki bağlar,bahçeler ve ağaçlar kurudu.Bahçelerin sulandığı havuz kayboldu.İçme Fasulyesi unutuldu.Günümüzde o bahçeler kıraç bir alan olarak duruyor.O günleri yaşayanlarla ne zaman konuşsam o güzellikleri daha çok özlüyorlar. Bu günlere gelindiğinde Yeşil Buldan’ın engin yeşillikleri ve tarihi dokusu ile o güzel gelenekleri birer birer unutuldu.Güzel gelenekler ve güzellikler birer birer azalırken kelleşmiş tepeler ve kurumuş dereler yanında şehir merkezinde mimari estetiği olmayan beton binaların sayısı arttı. En azından o gelenekler kadar İçme Deresi’ni, tarihi evleri,çeşmeleri,su kaynaklarını,ormanları ve yeşil dokuyu keşke daha çok koruyabilseydik...Aslında “İçme Deresi” bir semboldür.İçme Deresi ile çevresine sahip çıkılmalıydı.İçme Deresi,Bostanyeri ve Kumralı Tepesi’nde piknik alanları ile yürüyüş yolları yapılmalıydı.O bölgedeki yeşillikler kadar öz değerlerimize, kültürümüzün güzelliklerine,gelenek göreneklerimize,o engin mirasa sahip çıkılmalıydı. Buldan’ın yeşil dokusu, tarihi ve kültürel yapısı,güzel gelenekleri,el sanatlarını yaşatılmak gerekiyor.Eski dostluklar,eski arkadaşlıklar,vefalı komşuluklar,candan akrabalıklar,samimi gülüşler,şen kahkahalar,İçme Deresi ve bağlarda “Patlıcan Soğan” ziyafetleri,sohbet kültürü o güzel dokuyla birlikte yaşamalı yaşatılmalı…Belki o anıları paylaşırken pek çoğumuzda o güzelliklere daha da çok özlem duyduğumuz anlaşılıyor.Şu bir gerçek ki Buldan her şeye rağmen güzel ve mevcut güzellikleriyle yaşayacaktır.
Yorumlar
Kalan Karakter: