8 Şubat 2020 Cumartesi günü Suat Başbuğ ile yapılan sohbet.
HİKAYE- 1970 den önceki yıllar, genç erkeklerin -gece veya gündüz fark etmez- kahvehanelere gidemediği, sıkı denetim uygulandığı zamanlar. Delikanlı erkekler 18 yaşına kadar sadece Halkevine gidebilirmiş. Genç kızlar da erkek arasına evde anasının dizinin dibinde otururmuş. Erkeklerden kahvehaneye giden olursa asayiş uygulamalarında Jandarma genci kahvehaneden dışarı çıkarırmış.
1948 yılında Emniyet Komiserliği kurulunca şehir merkezindeki asayişi Polis sağlamaya başlamış. Şehrimizde Jandarma teşkilatı Osmanlı döneminde kurulmuş. Hatta Derbent Barajı altında kalan eski Derbent köyünde bir Jandarma karakolu ile bir han varmış. 1980 yılında İlçe Emniyet Müdürlüğü kurulmuş.
18 yaşından itibaren gençlerin gidebildiği birkaç kahvehane(Kıraathane) varmış. Bu kahvehaneler- Keyiklerin çalıştırdığı, şu andaki Tural Ticaretin olduğu yerdeki, 1948 deki yangında yanan Şekercilerin kahvehanesi, Yukarı Parkta Nuri Akın Parkı levhasının olduğu yerde parkın köşesinde Faik’in Muammer’in çalıştırdığı kahvehane, Yukarı Parkın çaprazında Halil Duyucu’nun evinin altındaki şimdiki Tengiz Ticaretin olduğu yerde önceleri Faik’in Muammer’in oğlunun (…) sonları Mesut – Mustafa Moca kardeşlerin çalıştırdığı Aynalı (Türkan Şoray’lı ) kahvehane, yukarı parkın alt tarafında Gençlik Kulübü.
Diğer kahvehanelere gençler gitmezdi, gidemezdi. Çünkü kahvehanede babası, amcası, dayısı, akrabası, komşusu olan bir büyük olabilirdi. Delikanlı onların yanında sigara içemez, oyun oynayamaz, bacak bacak üstüne atamazdı. Hatta kahkahayla gülemez, küfür edemezdi.
Kahvehaneler, Hayat üniversitesinin bir fakültesi idi. Yolda giderken yetişkin veya yaşlı bir erkeğin önünden kestirip geçilmez, onun geçmesi beklenirdi. 18 yaşına kadar geceleri sinemaya gidemezdi. Sinemalar Cumartesi günü gündüzünde sadece bayanlara film gösterirdi. Bu film bahanesiyle evlenecek genç kız ve erkekler birbirini görme fırsatı bulurdu.
1950 yılı Aralık ayında yaşları 17-18 civarında bir grup genç Yukarı Hastanenin (Göğüs Hastalıkları Hastanesi) üst tarafında Haydar bağlarında Keleş Ahmet’in bağ evine ufak yollu kumar oynamaya gitmiş. Bu grup içinde Sepet Ahmet Habip(1932-1997) Babuşcu Durmuş’un Abdullah (Apo), Tek Tek İbrahim Damgacı, Tek Hasanların Mitat Öğütsoy, isimlerini tespit edemediğimiz birkaç genç daha varmış. O gün bağ evine giderlerken her ne sebeptense Tek Hasanların Mitat’a haber verip götürmemişler. Buna çok içerleyen Mitat, Sepet Ahmet’e (1902-1984) giderek “Keleş Ahmet’in bağ evinde şu şu gençler kumar oynuyor” diye şikâyet etmiş. Oğlunun adını duyan Sepet Ahmet, çok kızmış. Soğuk bir günde, gece yarısı eşeğine binmiş, doğruca kendi bağının yanında bulunan Keleş Ahmet’in bağına gitmiş. Gençler mum ışığında 5 kuruş, 10 kuruş iddiasına Kılıç Kesme oyunu oynuyormuş. Yavaşça kapıya yaklaşmış, gençlerin kapıya koydukları gözcü “Arkadaşlar Sepet Ahmet amca geldi kaçalım” diye bağırınca, gençler kapıdan dışarı fırlamaya başlamış. Sepet Ahmet ise eline geçirdiği bir odun ile kapıdan dışarı çıkan gencin neresine denk gelirse vuruyormuş. Sepet Ahmet’in Habip güya akıllık etmiş, orada bulunan büyükçe ve boş sirke küpünün içine girivermiş. Sepet Ahmet oğlu kapıdan çıkmayınca içeri girmiş. O esnada nasıl olduysa küp yan gelip yuvarlanmış. Küpün içinden Habip babasının yardımıyla dışarı çıkabilmiş. Elindeki odun ile oğlunu güzelce dövmüş. Eve gelinde öfkesi geçmemiş, evdeki Isırana ile tekrar dayak atmış.
HİKAYE- Yukarı Hastane (Göğüs Hastalıkları Hastanesi) yolundaki viraj sonunda bulunan Kocapirlerin terk edilmiş iki katlı evi varmış. 1950 yıllar. Bir grup genç bir Cuma günü gecesi mum ışığında iskambil kâğıdı ile 5 kuruş, 10 kuruş iddiasına Basmaca oyunu oynuyorlarmış. Grup içinde bulunan Baba İbrahim “Bağ sahibi geliyor” diye yalan bir haber uydurmuş. Bunun üzerine kumar oynayan gençler oyunu bırakarak ikinci kattan tahta merdivenden pat pat inerek kaçışıp dağılmış. Bir süre sonra aşağı tarafta Softa Hafızın evinin yanında tekrar buluşmuş. Herkes “Ben kaybettim, ben üttürdüm” dermiş. Hiç kimse kazandım demezmiş. Paralar da sanki duman olmuş. Baba İbrahim ise hiç konuşmaz, kıs kıs gülermiş. Bu durumu fark eden arkadaşları “Ülen şerefsiz, ne hilesi yaptın” demiş. Baba İbrahim’de Basmaca oyununda kullanılan dayağın ucuna sarı mum yapıştırdığını, mumlu dayak ile paraları topladığını ve cebine aktardığını, cebellez yaptığını söylemiş. Yolda giderlerken herkesin parasını geri vermiş.
Kaynakça- Serdar Suat Başbuğ- 1933