Rivayet – 6- Çarşı Camii ilk yapılışında duvar işlerini cami girişindeki kitabede adı geçen Pehlivan Hacı Halil(Kum Halil) baş ustalığındaki işçiler yapmış. İlk yapılıştaki marangozluk işlerini (Kapı, pencere, tavan, taban, çatı, merdiven, ahşap süsleme vs.) baş usta İşçioğlu Yakup (Hüsnü İşçioğlu ve İbrahim İşçioğlu’nun dedesi, subay Ercan İşçioğlu ve Nuri İşçioğlu’nun babalarının dedesi) ve emrindeki ekip yapmış. Cami yangınından sonra marangozluk işlerini baş usta Hüsnü İşçioğlu(1870-1936) ekibi yapmış. Duvar ve sıva işlereini baş usta Çomuk Yusuf(1864-1939) ve ekibi yapmış. Buldan çevresindeki ormanlar içinde, marangozların doğrama ve mobilya işlerinde kullanılabilecekleri kaliteli çam ağaçları Yayla gölü- Kar kuyuları arasındaki Ziftlik denilen bölgede bulunmaktadır. O zamanki şehir yöneticileri yanan Çarşı Cami tamiri için Ziftlik’ten çamların kesilerek getirilmesi kararı almış. O zamanlar işler insan ve hayvan gücüyle yapıldığı için Buldanlı gençlerin getirmeleri uygun görülmüş. Gençler Ahilik teşkilatının gençlik kolları olarak düşünebilecek Yaren Evi denilen odalarda toplanırmış. Ahlaki ve insani bilgileri ve eğitimi Ahi merkezinde olan Ahi üyesinin kesin olarak bir meslek ya da sanatı olurmuş. Ahiliğe ancak esnaf, sanatkâr ya da meslek sahipleri katılabilirmiş. Zaten Ahiliğin tekke ve türbelerde çöreklenip halka el açarak, kutsal duygu ve din sömürücülüğü yapan cahil ve saf duygulu halkın sırtından geçinen asalak, sahte tarikat topluluklarından (Allah CC rızası gözeten tarikat yolundakilere katiyen sözümüz yok) farkı buradadır. Ahilik Anadolu Türk’üne alın teri ile geçinme, başı dik, kendine güvenen ve minnetsiz yaşama yeteneği kazandırmış, bu ruhu onlara aşılamıştır. Atölyede, tezgâhta sanat eğitimi Ahi zaviyelerinde kültür ve genel bilgi, alarak, çifte bir eğitim gören Türk esnaf ve sanatkârı, hem aralarında güçlü bir dayanışma kurmuş, hem de yerli Bizans sanatkârlarıyla yarışabilecek bir sanat ve meslek eğitimine kavuşmuş oluyorlardı. Denizli’de Ahilik teşkilatını ilk kuran Ahi Sinan’dır.
Şehirlerdeki Ahi kuruluşları, vakıflar kurarak halka hizmet veriyorlardı. Bunlar aş evleri, hastaneler, okullar, hanlar kuruluşlardır ki Türkler dışında hiçbir Müslüman ülkede görülmezdi. Ancak salgın hastalık, kıtlık, yangın, deprem, savaş gibi sebeplerle harap olmuş yerlerin ve yoksul köylerin halkı vakıf kuramamış ama Yaren Evi (Yaren Odası) adında örgüt kurarak halkın İmece denen ve topluca yapılan yardım gelenekleri daha çabuk ve daha etkin yapılabiliyordu. Her yaren evinde 20-30 genç bulunurdu. Yaren evi binası büyükçe, müstakil, tek katlı bir oda idi. Salonun bir ocağı(Isınma amaçlı), bir iki penceresi, bir iki su testisi konacak oymaları bulunurdu. Yaren evinin yazılı kuralları yoktu. Gelenek göreneğe göre yönetilirdi. Yaren odasına her gün akşam yemeğinden sonra gelinirdi. Ocakta yakılacak odun, gaz lambalarının temizlenmesi, gaz yağı doldurulması ve yakılması, odanın temizliğini odaya devamlı gelen yarenler nöbetleşe yaparlardı. Bu odalarda oturma, konuşma, terbiye ve nezaketin korunması kuralları, Yaren başı ve yardımcısı tarafından sağlanırdı. Yaren evinde, yaren olacak gencin her birine “Efrad, Yaren, Kızan, Yoldaş” gibi adlar verilirdi. Genelde sonbaharda harmanlar kaldırılıp ekinler ekildiğinde Yaren odası açılır, Mayıs ayında Hıdırellez kutlandığı zaman kapanırdı. Yaren evi açıldığında yarenlerin hepsinin oyları ile Yarenbaşı seçilirdi. Yarenbaşı hem yarenler arasında hem de Yaren evi dışındaki gençlerin kırgınlık, dargınlık, hak, hukuk sorunlarını çözüme bağlardı. Anlaşmazlık konusu daha ağır ve çözümü zor ise ihtiyar heyetine gidilir, orada çözüm bulunurdu.
Yaren evinde, yarenlere kazandırılan güzel huylar, oturup kalkma görgüsü, yemek yeme, iltifat etme, musiki, oyun, atışma, dikkatli ve uyanık olma, temizlik, kötü alışkanlıklardan korunma.
Yaren evlerinin toplumda, insan ilişkileri olarak görevleri, düğünlerde düğün sahiplerinden iki tarafa da yardım etmek, köy veya mahalledeki yoksul ve kimsesiz kişilerin, dul ya da kendileriyle ilgilenecek erkekleri olmayan, kocası askerde olan kadınlara yardım etmek, böylelerinin ekinlerini ekiverme, harmanını kaldırma, haşıl ve boyasını yapıverme, yanan ev var ise yapıverme, çocukların terbiyesinde yardım, oğlanların sünnet ettirilmesi. Köyün genel işlerinde dere- göl taşması, ev – orman – ekin, harman yanması gibi durumlarda olaya topluca müdahale etme, köy- mahallenin asayişini ve can güvenliğini sağlama, yeni yetişen nesillere kuralları aktarma.
Şehrimizde tespit edebildiğimiz yaren evleri, Düzalan mahallesi- Dervişler (Nalbantlar) Yaren evi(Şu andaki Ali Baba Camii olduğu yer), Turan mahallesi(Tatarlar Mahallesi)- Gedikli Yaren evi(Turan mahallesi camii olduğu yer Yaren başı Tekeli Hilmi babası), Karşıyaka Mahallesi- Öteyaka Yaren evi(Muhtar Ali Onat evi karşısı, dere kenarında.
Yarenbaşı(Veya Dedebaşı) yapanlar, Gök Veli, Çilal Mustafa Yoldaş, Halil Yalabıkoğlu, Yeni Mahallesi- Hattalar Yaren evi(Yeni Mahalle camii karşısı).
Bilgi- Öteyaka Yaren evi aynı zamanda Öteyaka misafirhanesi imiş. Mahalleye gelen yabancılar burada ağırlanır, yedirilir, yatırılırmış. 1925 Dersim isyanı sonrası Buldan’a gelen Kürt aileler önce Öteyaka Yaren evinde ağırlanmış, sonra uygun yerlere yerleştirilmiş.
Hikâye- İşgalci Yunan askerleri Buldan’ı terk edince(1922), henüz devlet kontrolünün sağlanmadığı ilk yıllarda asker kaçkını bazı erkekler, başında erkeği bulunmayan kadınlara sarkıntılıkta bulunmaya başlamış. Helvacılar mahallesinden yaşlı bir kadın, daha önce Yaren evine devam eden İğdeli Deli Hafız adlı kişinin önüne geçmiş “ Erkeğiz diye geziyorsunuz! Ama uçkuru bozuk bazı şerefsizler kadınlara sarkıntılık ediyor! Sizlere yazıklar olsun!” diye serzenişte bulunmuş. İğdeli Deli Hafız’da mahallesinde bu pisliği yapanları öğrenmiş. Bir tanesinin önüne geçerek kulağını kesmiş. Ortalıkta sakinleşmiş. İğdeli Deli Hafız ölünce kesik kulak sandığından çıkmış.
Kaynak – Aliksan Şenözen- 1937 – 2016
Çarşı camiinde kullanılacak ağaçlar, marangozlar tarafından Ziftlik bölgesinde tespit edildikten sonra Bakacak bölgesindeki Türkmen tahtacılar tarafından kesilmiş, kabukları soyulmuş. Bu ağaçların en büyüğü caminin duvarından karşı duvara uzanan 19 metre uzunlukta, 50 cm çapında, çıralı düzgün, çatının bütün yükünü taşıyacak sağlamlıkta ve kalınlıkta imiş. Bu ana ağaç(Hatıl, düver, kalsa, kolon, atkı, lento, sırık) ve diğer çam ağaçları Başçeşme ile Akyar arasından Cemet bölgesine indirilmiş. Vakıf bölgesinden eski Aydın yolu takip edilerek, şehrimizdeki tüm yarenlerin katılımıyla vücut ve iman gücüyle taşınmış. Bu ağaçlar taşınırken şehir sokaklarından geçirilişte halk yollara dizilerek, alkışla ve sözle moral veriyormuş. En büyük ana düver taşınırken, ağacın ön uç kısmına 6 yaşında oğlan çocuğu anadan doğma soyularak oturtulmuş. Düzalan mahallesinden (1975 yılından sonra Girne Mahallesi) Alacamescit cami kapısı karşısındaki Saltık sokaktaki Saltıklar ailesinin oğlu Saltık İbrahim imiş. Yarenler içinde kuvvetleriyle yardım edemeyenler, taşıma yapan arkadaşlarına moral vermek için, ellerine aldıkları Çalpur’ları (Def’leri) çalarak şarkılar söylermiş. Şarkı söylerken şu sözleri sıkça tekrar ederlermiş.
Damdan toprak döküldü, Makinada kirlik dikildi, Asker olan oğlanlar, İskeleye döküldü.
Ağaç uç kısmına, toy bir oğlan oturtmaktan maksat, ağaçları taşıyan gençlere, halk inanışına göre kötü gözlerden- nazardan korumak amacıyla imiş. Bazı insanlarda doğuştan var olan biyoenerji faklı şekillerde ortaya çıktığı için nazar değmesi de bu şekilde düşünülür. İnanışa göre kötü gözü(Nazarı) değen kişi, bir işi güzel yapan kişiye(Hayvan veya bitki de olabilir), “Maşallah” demez de “Aaa şuna bak, Deh, şuna bak, ayı gibi insan” gibi sözler söylerse iş yapan kişinin işi sekteye uğrar, aksilik olur, iş kazası oluşur. Bir aksiliğin olmaması için işe “Euzu besmele” ile başlamaktır. Bu ihtimaller düşünülerek ağaçları taşıyan yarenler için, kötü gözü(Nazarı) değen insanın ilk bakacağı yer oğlan çocuğu olacağı için ilk enerjisini harcamış olacak, sonraki bakışlarının yarenlere tesiri olmayacaktır.
Söyleşi- Emekli öğretmen Süleyman Tunç(1943 Öküz Asım oğlu) ile Kasım 2020 de yapılan söyleşi ve verdiği notlardır.
Çatıda kullanılan düverin Ziftlik’ten kesildiği ancak taşıması güç olduğu için zorluklar yaşanmış. Bu düver Ziftlik deresinin derinliklerinden öküzler ile de Başçeşme’ye kadar çıkarılamamış. O zaman Başçeşme şimdiki yerinden 400 metre güney tarafında imiş. Bu arada benim adım olan Öküz Süleyman dedeleri ikiz olup, Çarşı cami yapımında yapıcı ve marangoz olarak çalışan Hamzaların Ali ve Süleyman iki kardeş, Ziftlik deresine gitmiş. Çok güçlü ve uzun boylularmış. Düveri Ziftlik dibinden Başçeşme’ye kadar ikisi çıkarmış. Orada bir mola verip tekrar bir omuz daha vurmuşlar ve şehre kadar indirirken yarenler katkı yapmaya çalışmışlar ama boyları yetmemiş. Abbas cami karşısından geçerlerken Ragıp Tarakçı’nın ninesi, İbrahim Ağanın anası Hatice Tarakçı(1865-1933) (Gazeteci Özcan Durusoy’un evinin olduğu yerde bir konak imiş), evden seslere çıkmış ve defi anlatılan nedenlerden toy oğlan çocuğunun eline verdirmiş. Çarşı içinden defler çalarak geçilmiş. Herkes ikiz kardeşlere “Öküz mü olmuş bunlar” yakıştırması yapmış. O günden sonra Hamzalar olan lakabımız Öküzlere dönüşmüş. Caminin son tamirinde bende düveri gözlerimle gördüm. Ayrıca kayınpederim Hüseyin İnci, Belediyenin marangozu idi. Ondan rica ettim. El feneri ile çatıya çıkarak, düverin başından sonuna kadar oldukça düzgün ve uca doğru konikleşme dahi olmadığını söylemiş ve böyle dediğimi teyit etmiştir. Kesilen diğer ağaçları öbür yarenlerin tümü taşımış. Traktör ile tarım yapılana kadar, topraklar at, katır, öküz ile sürülürmüş. Özellikle killi toprak araziler, çayırlı ve taşlı araziler gibi işlemesi zor araziler, öküz ve manda ile sürülürmüş. İkiz kardeşler Hamzaların Ali ve Süleyman, boylu ve kuvvetli imişler ama bunun yanında Allah(CC)’ın verdiği zekâyı da en teknik(Zeki) şekilde kullanarak, iman gücüyle taşınmasını gerçekleştirmişler.
Çanakkale’de 350 kiloluk mermiyi tek başına kaldırarak, top namlusuna yerleştiren askerimizi düşünürsek, bu düverin iki kişi tarafından taşınmasını da kabulleneceğiz. Arazide, öküz çiftinde iki öküz kullanılır. İki öküz önce boyunlarından birbirine 2 metre uzunlukta Boyunduruk denilen ağaç ile sabitlenir. Boyunduruğun tam ortasından, hayvan gerisine doğru 3 metre uzunlukta, kol kalınlığında Ok denilen ağacın bir ucu geçirilir. Ok un diğer ucu hangi alet tutturulacaksa ona tutturulur.
(Devam Edecek)