Buldan pazarının yukarı çarşıda kurulduğu yıllar.
Deştiman’ın hanının önünde karı koca ayakkabı boyacılarının müşterisi o gün çok olduğundan beklemek istemeyen fırın sahibi Hacaşı Memed ayakkabılarını Sübaneke’ye boyatır. Doğruca fırınına gider-Hayırlı işler, kolay gelsin diyerek çalışanlarını selamlar. Ertesi gün Buldan pazarı olduğundan hazırlık yapmak lazımdır. Sepetler dolusu köylülerden aldığı yumurtaları her renkten boya kaplarını içine katıp boyadıktan sonra fırında haşlar ve vitrine yerleştirir. Helvacı Sağır Şevket’ten gelen helva tenekelerini de vitrine koyar. Tahin tenekelerini büyükçe bir kaba boşaltır. Güzelce şeker şerbeti ile karar. Tahin ibriklerinin içine katar, hazırlık tamamlanmıştır.
Perşembe sabahı, vatandaşın alım gücüne göre fiyatları ayarlanmış has ekmek (uzun), harcı ekmek (topan) ve tava ekmekleri sıcak sıcak çıkmaktadır. Çıraklar ekmekleri selelere doldurup, omuzlara alırlar. Önce lokanta ve aşevlerine dağıtırlar. O zamanlar bakkallar ekmek satmaz, herkes ekmeğini fırından alırdı.
Öğleye doğru karnı acıkan köylüler tahin ve helvayla karın doyurmaya gelirler. Kimi renkli yumurtalardan alır, sıcak ekmeğin arasına koyar, sonra helva veya tahinle ağzını tatlandırır.
O sırada içeriye çekingen bir delikanlı girer. Patron bu genci ilk defa görmüştür. Gözüne yabancı gelir, “Amca ben yeni hafız oldum. Köyden buraya yayan geldim. Param yok, Allah rızası için bir ekmek ver, karnımı doyurayım” der. Gencin önüne sıcak bir ekmek ve bir kap tahin koyarlar.
Bu delikanlı Yaylalı Veli’nin ta kendisidir. “Sesin güzel mi oğlum?” “Ezan ve sala okuyorum köyde, sesimi beğenirler. İstersen Çarşı Camii hocasına söyle, öğle ezanını ben okuyayım.” Bu samimi konuşmaya inanan Hacaşı Memed, Çarşı camii imamını bulur ve ondan bu delikanlının öğle ezanını okumasını rica eder. Yakın ahbabını kıramayan hoca Yaylalı Veli’nin ezan okumasına izin verir. O zamanlar hoparlör olmadığı için minarenin şerefesine çıkar. Veli ezanın yarısına kadar okur. Sonrasını aklında tutamadığı için geçiverir bildiği türkülerden okumaya. Bu Veli’nin son ezan okuyuşu olur. Artık Yaylalı Veli herkes tarafından tanınmaya başlar.
Hacaşı Memed’in fırınında çalışan elemanlardan üçünün adı Ali’dir. Barut Ali, Hamurkâr Ali ve Gül Ali. Buldan hapishanesine ekmeği bu fırın temin etmektedir. Hamurkâr Ali, “Mahpusta yatan bir arkadaşım var, ekmek selesini ben götüreyim. O bahaneyle belki arkadaşımı görürüm” der. Patrondan izni koparınca ekmek selesini omzuna aldığı gibi hapishanenin yolunu tutar. Dönüşte gazeteci Akça Etem’in dükkânının önünde kader kısmet satıcısı bağırmaktadır. Önündeki kalabalığın arkasından kafasını uzatır. Kafesin içindeki tavşan tablanın üstünde duran dörde katlanmış kâğıtlardan birini burnuyla işaret edince, sahibi parayı veren kişiye kısmetini okuması için verir. Kişi cahilse kendisi yüksek sesle okuyuverir. Çekilişin her biri on kuruştur. Yeni nişanlanmış olan Hamurkâr Ali’nin aklı hep nişanlısındadır. Gelecekle ilgili kader kısmetten bahtına ne çıkar acaba diye merak eder. Elindeki seleyi yere bırakır ve tavşanın kendisi için seçtiği kâğıdı alır ve başlar okumaya.
Pencereden bakıver, mektubunu atıver
Ben nişanlın değil miyim? Bir bilezik alıver
“Para olsa alsak ama nerede bizde bilezik alacak kadar para”. Derin bir of çeker, kaderine isyan edercesine. Bir kez daha çektirir tavşana kader kısmetinde ne görünüyor diye.
Pencereden baksana, fındık fıstık atsana
Fındık fıstık istemem, altın saat alsana
Nişanlım benden hediye istiyor. Kader kısmet öyle gösteriyor diye düşünür. Fırına doğru dalgın dalgın ilerlerken Balsarı’nın bakkal dükkânının köşesinde bir kalabalık görür. Merak eder, dalar kalabalığın içine. Çömelip duvara yaslanmış bir satıcı, önünde sarı renkli saatler. “Er kişi 40 bangınot, hatun kişi 30 bangınot. Altın suyuna batırılmış, eşi benzeri yok bunların, kapanın elinde kalıyor!” “Pahalı diyon be dayı, biraz aşağı indir fiyatları da ikisinden de alalım” der bizim Ali Usta. Azeri şivesiyle konuşan satıcı sanki söyleneni hiç anlamamış gibi, “Hem er kişi hem hatun kişi 70 bangınot”.
Alışverişin tıkandığı esnada devreye satıcının ayakçısı girer. Arabulucu müşteri gibi başlar ahkâm kesmeye, “Ben saatçiyim, bunlar kaliteli saatler. Takımını 50 liraya bırak. Herkes alır”. Uyuz tipli satıcı nazlanır. “Ben bunları nerelerden getirdim. Çok zor şartlar altında az bir karla satış yapıyorum zaten” dese de alıcılar çoğalınca ikna olur. Ayakçı milleti gaza getirir. “Beyler bu fiyata bu saatleri bir daha bulamazsınız”.
Nişanlısına hediye almayı kafasına koyan Ali Usta, doğru fırına gider. Patronundan avans ister. Hem kendine hem nişanlısına saatlerden birer tane alır. Sevinçten içi içine sığmıyordur. Akşam olsa da anamla nişanlının evine gidip hediyesini versek diye düşünür.
Akşam yemekten sonra aldığı hediyeyi nişanlısına götürür, altın kaplamalı diye bir güzel övünür. Kızın babasının damat adayına pek itimadı yoktur. Bu yüzden ertesi günü hediye gelen saati, bir saatçı ustasına götürür. Hediye saat piyasanın en dandik, en ucuz malı olduğunu öğrenir. Durumu gelip kızına anlatır. O kızgınlıkla hediye saat, nişan yüzüğü ile birlikte oğlan evine gönderilir. Aldığı sahte saat yüzünden nişanlısından olan Ali Usta soluğu kız evinde alır. Başından geçen olayları nişanlısına anlatır. “A benim saf nişanlım, her önüne çıkan satıcıya inanırsan, daha başına neler gelir senin” der ve onu bu seferlik affeder.
Yorumlar
Kalan Karakter: