-Osman BULDAN; Değerli okurlar, bu söyleşimin konuğu Gözükara bir Türk Kadın Girişimcisi Zühal MANSFİELD. Hoş geldiniz. Ben genelde söyleşide konuklara “Kendinizi kısaca okurlarımıza tanıtır mısınız?” diye sorarım. Ama bu sizi kesmeyecek görünüyor. Kendinizi okuyucularımıza anlatır mısınız?
-Zühal MANSFİELD; Öncelikle hoşbuldum. Hayat hikayem uzun. Memur çocuğu olarak İskenderun’da doğdum.Annem Niğdeli, babam ise Kars’lı. Ben İskenderun’luyum ama Akdenizliyim demeyi daha çok tercih ederim. Kısaca Türkiye’liyim. Babamın askeriyedeki görevi nedeniyle, neredeyse her yıl tayinle yer değiştirdik. Bu da çok okul değiştirmeme sebep oldu. Yeni okullarda yeni çocuk ve yeni kızdım. Çocukken bu biraz hırpaladı beni ama büyüyünce bununda bir zenginlik olduğunu gördüm. Denizli’ye de yolum düştü, orda da okudum. İzmir, Söke, İstanbul, Diyarbakır, Erzurum, Eskişehir, Ankara derken liseden mezun olunca üniversite hayatım İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Mimar Sinan Fakültesi sonra Hacettepe Üniversitesi Fizyoterapi Rehabilitasyon Bölümünde geçti. Apar topar görücü usulü bir evlilik yaptım.Yakışıklı bir subayla evlendim ve bir o kadar yakışıklı oğlumuz oldu ve bana anneliği yaşattı.Ailemle gurur duydum hep. İş deneyimleri sonucunda bugün 25 yılı geride bırakmış mermer sanayicisi olarak güzel ülkeme hizmete çalışıyorum. TMG Dış Ticaret Madencilik, MANSFIELD Madencilik Sanayi ve İnşaat Ltd ve Vera Pera Turizm Şirketlerinin Yönetim Kurulu Başkanı olarak iş dünyasında yer alıyorum.
-Osman BULDAN;İş hayatına atılış öykünüz nasıl oldu? Çocukken aklınızda geçen bir meslek var mıydı? Yoksa hayat mı sizi alıp bir yerlere sürükleyip götürdü?
-Zühal MANSFİELD;Aklımda bir meslek yoktu aslında ama bir şeyler yapma arzusu meslek ve sınır tanır gibi de değildi.Bir ses hep bana ev hanımı olmak için yaratılmadığımı söyler gibiydi. Bir şeyler yapmalıydım? Kendimi THY’da hostes olarak buldum. Hostes olarak dünyanın çok farklı yerlerine gittim. Bu da bana düşündüğümden de farklı yerlerin olduğunu gösterdi. Çocukluğumda “Uzay Yolu” sevdiğim bir diziydi. Çocukluğumuzun güzel dizilerinden birisiydi.Farklı insanların bir araya gelerek ortak hareket etmesini “güç değerlendirme toplantılarına” hastaydım.Hosteslik dünyanın en zor işi. Düşünebiliyor musunuz evde 3 kişiye çay veremezken, bir uçak dolusu yolcuya çay ver, yemek taşı. Sürekli gülümseyerek yapma gereği. Bu bir görev olduğu zaman zor gelir insana. Şimdilerde uçağa bindiğimde bir şey istemek zor olur, hostesleri yoracağım diye aklıma gelir. Bir süre sonra, bu iş bana uygun değil diyerek, bir fırsat doğunca, hostesliği bıraktım. İsveç Stockholm’e gittim. Orda da çaycılık yaptım. Sonra çalıştığım grup, Afrika Ülkesi olan Botswana’da iş aldı. Oraya da gittim. Madenlerde iş buldum. Madencilik artık mesleğim haline geldi. Ben kendi işverenime,” evet benim diplomam var ama bir mesleğim yok.Karın tokluğuna çalışayım ama bir mesleğim olsun.” demiştim. Külçe altın alıp satmaya başladım. Avustralya’ya geçtim. Orda da bu işe devam ettim. Orda bir Radyo kanalında “Zühal Abla” programları yaptım. Bu kanalda aynı işi yaban bir Yunanlı kızın benden 3 kat daha fazla maaş aldığını duydum. Kıza sordum. O da “Ben, Sinema Yayıncılık Okuluna gidiyorum. Ondan dolayı” deyince bende gittim ve maaş düzeldi. Melbourne-Corburg Belediyesinde Sosyal Görevli olarak, göçmen kadınların sosyal ve hukuksal hakları için çalışırken, ilk araştırma kitabımı yayınladım. İnsanlara yardımcı olmak benim için çok önemliydi. Başka bir okulda da işletmeyi, ofis yönetimini, muhasebeyi falan öğrendim.
Oradan Japonya’ya gittim. Japonya zor bir deneyim oldu. Sonra bir tesadüf sonucu Hongkong’a gittim. Giderken ben Hongkong’u şehir değil,marka zannediyordum.Çünkü Avustralya’da ne alırsanız “Made in Hongkong” yazılıydı. Hongkong’u görünce İstanbul gibi geldi bana.Bu şehre birden bire ısındım. Oraya yerleşmeye karar verdim. Avustralya bana biraz yavaş gelmişti. Orda kendi firmamı kurdum.1,5 saatlik bir işti firma kurmak. Ama orda bütün sermayemi kaybettim. Buna çok üzüldüm.Dedim ki kendime “ben nerde yanlış yapıyorum?” Cebimde dönüş biletim kalmıştı. Oğlumla kaliteli zaman geçirmeli,birlikte tatil yapmalı,ona anne şefkat ve ilgisini göstermeliydim, ihtiyaçlarını karşılamalıydım.Bunu yapamama korkusu sardı. Para lazımdı.Ne yaparım ne ederim diye düşünürken, beni durduranın ”Zühalciğim git dene, olmazsa geri dönersin” diyen eski çalışma arkadaşımın sözü olduğunu fark ettim.İlk iş bu arkadaşımı aradım ve ona başardığımı ve geri dönmeyeceğimi söyledim ve biletimi yırttım.Bir yola çıkınca geriye bakılmamalı.Sonrasında kafanız artık net olunca yani karar verince, size bir yol açılıyor. Bir Japon altın tüccarı ile karşılaştım. Onun yabancı dili yoktu. Bende vardı, Altın ticareti yapmaya başladım. Derken bir madencilik fuarı vardı.Türkiye’den bir mermerci gelmiş. Ticaret Müşavirimiz bu kişinin yabancı dili olmadığını, ilk defa birinin gelirken haber verdiğini, bizde ona yardımcı olalım diyerek, benden ona tercümanlık yapmamı istedi. Bende “Peki” dedim ve fuarda bulundum. Gelenlerde beni tanıyorlardı, hatta ne yapıyorsun burada diye soruyorlardı, günün sonunda fuara gelen Türk işadamı ile kutlama yaptık, zira bir aylık ürünü satmıştık,bu ticaret benimde hoşuma gitmişti, “benim hemen Türkiye’ye dönüp bu ürünleri hazırlamam lazım” diyerek büromu kullanmak istediğini söyledi, ben kabul etmeyince, bu sefer komisyon önerdi, tabi beş kuruş ödemedi. Bende arkamda bu firma var, her şeyden önemlisi güzel ülkem Türkiye var, bende bir şeyler yapmalıyım, diyerek, altın işinden kazandığım paraları bu işe ayırmaya karar verdim. Fuarları dolaşmaya başladım.Yoruluyordum ama bir şeyler olacağı da içime doğuyordu. Bu firma sahibi bana numune gönderebileceğini ama nakliye parasını benim vermem gerektiğini söyledi.Bende nedir bu nakliye tutarı deyince,”Konteyner başına 750 USD”, dedi.Bende,”Aa çok azmış o zaman 2 konteyner gönderin” dedim ama konteynerin ne olduğunu tam olarak bilmiyordum.İngilizcede ilaç kutusuna da dendiği için boyutu bilmiyordum.Nasıl olsa nakliyesi ucuz diye düşündüm.Neyse konteynerler geldi ve beni arayarak,”nereye getirelim”diye sordular.Bende “eve getirin” dedim.”Emin misiniz” dediler. “Tabi” dedim.Ben bir konteynerin yaklaşık 22 ton olduğunu da bilmiyordum.Eve bir Çinli geldi, bizim tornet dediğimiz küçük bir araç üzerine koymuşlar 2 kutu. Bende hepsi o kadar zannederek,” tamam balkona koy” dedim. Ama içimden de bunun için mi 1500 USD verdim diye de hayıflandım. Hatta kendime de kızdım.Sonra baktım kapıya dizilmişler,balkona çıktım baktım taa sahile kadar Çinli çocuklar elden ele numune getiriyorlar, 44 ton numune, bütün bina,girişler,sahile kadar her taraf numune doldu taştı.Şaşkınlıkla bunları izledim. Ordaki bir görevli kağıda” Bunlar şu numaralı daireye aittir, almak isterseniz kendisinden müsaade alınız.Bunlar ticaret için gelmiş bir numunedir “diye yazmış. Hiç kimse bu numunelere el bile sürmedi, hatta tanıdığım mermerciler var “Numune götürebilir miyim?” diyenler oldu. Çinlilerin adetinin aldıkları bir kartviziti evin bir köşesine koymak değil, ilgili kişiye ulaştırma olduğunu orda gördüm. Sonra bu işte aracılık yapmak değil, bizzat işin başında olmanın daha iyi olacağına karar verdim ve tüm sermayemi çekerek, Türkiye’ye geldim. Oğlumda Endüstri mühendisi olunca bu işi birlikte yapmaya giriştik. Öte yandan bir yan işimiz daha olsun diye otelcilik sektörüne de girdik. Bir nevi iş işi doğurmuştu ve iş dünyasının artık tamamen içine girmiş oldum. Üretmeye başladım. Oğlumla dayanışma içinde bu yolda birlikte yürümeye başladık.Bu da bana güç verdi tabii.
-Osman BULDAN; Bu sektörde tutunabilmek, tanınmak ve ayakta kalmak bir başarı.Bu özgüveni nasıl yakaladınız?
-Zühal MANSFİELD;Şöyle bir gözlemim vardı.Japonya balıkların göç yolu üzerinde değil.Bu yüzden Japon balıkçılar binlerce mil gidip balıkları yakalayıp getirmek durumundalar. Gelen balıklar yumuşuyor bu süreçte.Ne yapalım diye düşünüyorlar ve dev akvaryumların içine yakaladıkları balıkları koyuyorlar ama içine de bir tane köpek balığı koyuyorlar. O köpekbalığını gören balıklar akvaryum içinde fıldır fıldır dönüyorlar ve Japonya’ya geldiklerinde diri diri ve sert oluyorlar. Köpekbalıkları ile yüzmenin veya piyasada çalışmanın insana getirisi bu. Bu da iş dünyasında diri olmak gerektiğini öğretiyor ki, etrafınızda çakalların olduğunu biliyorsunuz.O yüzden sorunlar karşısında yılmamak gerektiğini de öğreniyorsunuz ve bir çıkış yolu arayıp buluyorsunuz. Zor günler ve anlar bende yaşadım ama çıktığım yoldan da dönmeyi aklıma getirmedim.
-Osman BULDAN; Maden sektöründe kadın girişimci olmak zor oldu mu? Garipseyenler oldu mu?
-Zühal MANSFİELD; Kadının erkeğe ya da erkeğin kadına üstün olduğuna katılmıyorum. Benden önce de madenci iş kadınları vardı. Soma’da pek çok kadının 100 yıl önce madenlerde çalıştığı hatta yöneticilik yaptığı biliniyor. 1910’lu yıllarda, Soma’nın Darkale Köyü’nde sadece kadınların çalıştığı yeraltı maden işletmesi vardı. Çünkü erkeklerin hepsi Birinci Dünya Savaşı için çağırılmıştı. Ülkenin kömüre ihtiyacı var, bunların üretilmesi de kadınlar sayesinde olmuştur. Madenin nizamını da sağlayan Berberlerin Fatma Çavuş adlı otoriter bir hanımmış. Yine bir kaç yıl önce, Kastamonu’nun Hanönü ilçesinde yapımı tamamlanan bir park ve Çeşme’ye Türkiye’nin ilk kadın maden şehidi Huriye Güney’in adı verildi. Huriye Güney, maden mühendisi olarak çalıştığı madende grizu patlaması sonucu hayatını kaybetmişti. Evet kolay bir meslek değil ama kadınların yapamayacağı bir iş hiç değil.
-Osman BULDAN; Gelelim bir anınıza. Mutlaka bu koşuşturma içinde aklınızda kalan bir anınız olmuştur?
-Zühal MANSFİELD; Evet bir anım var.İnsan ülkesinde uzakta yaşayınca, döndüğünde biraz yabancı gibi hissedebiliyor.Ülkede yerinde saymıyor,değişmiş oluyor.Ben dönüş yaptığımda SSCB’de parçalanmış ve birçok yeni ülke doğmuştu.İstanbul’da büyümüş ve yeni semtler ortaya çıkmıştı.Tabi ben bunları takip edememiştim.Bir arkadaşım kendisine ziyarete gitmediğim için gönül koyduğunu dile getirdi. Bende ,”Nerdesin” diye sordum. Bana,” Yeni Bosna’dayım “dedi.Bende bunu yeni doğan ülkelerden Saraybosna diye anladım.Sekreterime Saraybosna için uçak bileti almasını söyledim ve arkadaşıma da,”Çarşamba gelirim, birkaç günde kalırım,kahveni de içerim” dedim.Arkadaşımda bana sonra söylüyor,”Allah Allah niye kalmaya geliyor,”diye düşünmüş.Sekreterim, “Saraybosna’da havaalanı olmadığından uçak bileti bulamadım”dedi.Bende arkadaşım oraya arabayla nasıl gitti diye düşündüm.Aradım arkadaşımı, “Yenibosna’ya nasıl gittin” dedim, oda bana, “arabayla” dedi.Bende,”Bu kadar yolu arabayla ben gelemem” dedim. Bana “Ya her hafta iki kez havaalanına gidiyorsun, yol üstündeyim ben” dedi.Kafam daha da karıştı.Sonra Yeni Bosna’nın İstanbul’un yeni semtlerinden biri olduğunu öğrendim.Buna çok güldüğüm zamanlar oldu.Tabi 25 yıl ülke dışında yaşayınca kendi ülkenizde yabancı olabiliyorsunuz.Ülkeme geri dönüşte yaşadığım bir anım oldu.Hala bende bir tebessüm yaratır.
-Osman BULDAN; İyi ki Saray Bosna’da o yıllarda havaalanı yokmuş. Oraya gidip arkadaşınıza hadi ben geldim deseydiniz, bayağı bir şaşkınlık olacakmış.Bir çok Sivil Toplum Kuruluşlarında görev yaptığınızı ve ödüller aldığınızı biliyorum.Bence siz bu çabalarınız ve vazgeçmeyen biri olarak, güzel bir başarı öyküsüne sahip olmuş ender bir iş kadını olduğunuz gibi daha ötesi Türkiye’ye bir ödül olmuşsunuz.Umarım başkalarına ilham verirsiniz.Sizi benimle tanıştıran hemşehrim ve meslektaşım Alaiddin KÖLGESİZ’e de teşekkür ediyorum.Bu söyleşi için size teşekkür ediyor ve iş hayatınızda başarılarınızın devamını diliyorum.Değerli okurlar, bir söyleşiyi daha geride bıraktık.Sağlıkla kalın.
-Zühal MANSFİELD;Bende bu söyleşi için teşekkür ediyorum.Buldanlı kadınlara girişim dünyasının kapılarının açılarak, onları da iş dünyasında daha çok görmek dileğimi iletiyorum.
Çok başarılı ve genç girişimcilere ilham verici bir söyleşi olmuş,başarılarla dolu bir hayat hikayesi.Osman bey kaleminize sağlık, söyleşilerinizi düzenli olarak takip ediyorum.
Gerçekten imrendim konugunuzun durdurak bilmeden göstermiş olduğu çabaya,takdir ediyorum.
Özgüvene sahip birinin hayat yolculuğu.Vazgeçmeden yoluna devam etmesi.Tebrik etmekten alıkoyamıyorsunuz şöyleşiyi okuyunca.Tebrikler
Özgüvenli başarılı insanları ve ilgilendikleri işleri gündeme getiren kıymetli Osman Bey’in yaklaşımları değerli.Başarı varsa fark ettiren ve farkeden önemli.
Osman bey çok etkili bir Kadının neredeyse dünyanın önemli merkezlerinden veya birçok kota ülkesinden ticaret yapması gerçekten takdire şayan bir olay kaldık Zühal hanım memur çocuğu ve kendinde memurluk tan ayrılma ve sıfır sermaye ile bu işe başlaması kendisi her ne kadar kendinin İskenderun şu olarak tanıtsa da ot kökü üzerine biter misali tohumu Kars lı senide tebrik ediyorum nerede buldan Zühal hanımı
Elinize, ağzınıza sağlık abi, başarılar dilerim
Teşekkürler daha önce okumuştum bu hanımefendinin serüven hikayesini. Selamlar
Müthiş Roportak için Sn Av. Osman BULDAN ve Zuhal MANSFIELD e teşekkürler
Film gibi, roman gibi hayat, olağanüstü maceraperest bir yaşam. Bunu başaran bir Türk kadını, elini öperim. Bu sırada o yakışıklı subay general oldu mu?