O gün yağmur usul usul yağıyor, Moramıdın Kahvedekilerin muhabbeti de yağan yağmur gibi ağır ağır çıkıyordu. Yorgun yaşlılar dalgın gözlerle etrafı seyrediyor, her zamanki gibi “Ellimen Allah veesin” diye söyleniyorlardı. Sanki istemeyen vardı yağmuru. Kurak geçen kışın ardından yağan yağmur, sarı liralar gibi düşüyordu Buldan topraklarına.
— Üle akıdeş, goca gışla geldi geçti yağmur yüzü göömedik, goca Allah gine yüzümüze bakdı, veedi çok şükür yağmurcuğumuzu, dedi Gazangıranların Kamil. — Bu sene bol olur galan sebzele, Garabalık balcanı, biberi bol olur galan, közlee közlee balcan soğan dürünüz demi hey akıdeş, diye destekledi Kıncı Yahya. Gaşları çatık etrafı seyreden Hayırsız Hilmi girdi lafa. “Garabalık biberi aldım ben geçen sene bazaadan. Oğlum acısından alcem dedim, yarısı acı çıkdı, yarısı dadlı, ben acı bibee bek severin. Dizdi gari benim garı. Bu hoyun zırf acı alcen”
-Ben yiyimeyom akıdeş acı bibee, ben de mayasıl va da, covur azabı ediyo namıssız, ondan ben dadlı bibee yiyom. Hem acı bibee yüzünden bizim başcazımıza ne işle geldi, de gidi de bizim oğlan. Ondan eve barka sokmam ben acı biberi, dedi Kıldon Musa.
-Üle deyve bakam ne oldu, hiç insanın başına acı bibeeden ötürü belamı gelir, annat bakam, diye Kıncı Yahya başladı anlatmaya Kıldon Musa. -Bi baza gün akıdeşlelen toplaşdık gavede. Nişliyelim ne edelim derken akıdeşle ırakı işmeye gidelim Çukur’a dedile. Eh gidelim dedik. Hem İsdanbul’dan akıdeş gelmiş. İyi bi akıdeş, ben İsdanbul’a vaadım mıydı, sığmeyveri, hemen beni alır gide ebeegle, Taksim’de bilen çok ırakı içirdi. Yidirmesini içirmesini bek seveedi. Gepgenç gitti. Neysem Allah rahmet eylesin. Oncaz da va galan yanımızda. Yuka bazaada bi manav va. Yabancıllı. Vaadık yanına tomet ve, balcan ve, meedinoz ve, derken bi akıdeş acı bibee göödü. “ Bibee acı mı” deye sordu. Manav hemen aldı eline bi patlattı, dilinlen yaladı “Öff, öfff” deye attırıvedi tezgahın aakasına. Suratına bakaasan zeher gibeydi bibee. Parası da bek bahalıydı, daha turfanda, yarım kilosu bi okka et parası galan. Neyse biz eti, dötü, nevaleyi düzdük. Akıdeşin arabaylan gittik Çukur’a. Gurduk sofrayı, yakdık ateşi. Et bişdi, biz başladık demlenmeye. Emme aldığımız bibeele şeebet gibeydi. Birini yiyoz dadlı, birinide bölüyoz o da dadlı. Biz kafayı bulduk, akıdeşle bibeelen olup bitiyola. “Ihı bak bu da dadlı, göödünmü namıssız herif bizi aldattı,acı deye bizi gandırdı” deye “Kakın , gidelim manavı dövüp gelelim” dedi akıdeşin biri. “Üle oğlum boşve bakalım keyfimize, etme eyleme” dedim emme hep bir kakdıla ayağa. Durun çüşün deyom dinlimeyola. Sofra oota yede galdı, hep bir bindik arabaya. Kafala iyi ya gari, manavı dövcez, gine gelcez, demlencez. Vaadık manavın yanına. Manavcık farkına vaadı gıpgırmızı oldu. Bizim iri yarı akıdeş “Ülen sen bibeele acı dedin demi, deye bağırdı buna. “Hıı abe zeher gibe hem de” deyinceye gada , “Al ge bakam demin zeher gibe deyip fıydırdığın biberi” dedi. Manavcık aldı geldi seeginin aakasından yarım biberi. Bizim akıdeş bi ısırdı, “Ülen yalançı herif bu da dadlı ya” dedi bi yumruk çıkarttırdı bunun suratına. Manav iki seksen yattı yere. Adamcığın burnu gırılmış, şar şar gan akıbba. Bi bağırış, çığırış, polisle goşdu geldi. Aldıla gittile bizi garagola. Garagoldan salıvemedile sabaa gada bekleddile. Adam davacı oldu ordan bide makımeye giddik. Epey bi ifade veedik. Zor gurtulduk emme para cezası bilem aldık. Buldan’a şamşaak olduk. Göödün mü bi acı biberin bize edivediğine. Ondan ben eve bağa sokmam acı biberi”.