Bir Zamanlar mutlu bir çocukluğumuz vardı ve ne güzel yaşardık çocukluğumuzu…Buldan’da çocukluk yıllarımızda yaramaz çocuklar olsak da o yaramazlıkların yanında masum duygularla saygı ve sevgi doluyduk.Saf ve masum duygularla severdik birbirimizi.Paylaşmayı da barışmayı da bir şekilde bilirdik…
Buldan daha bir başkaydı o çocukça bakışlarımızda…Doğduğumuz,büyüdüğümüz o mübarek yer ve insanları daha bir başkaydı gözümüzde…Her tarafta yemyeşil bahçeler,daracık sokaklarıyla ve bir iki katlı evler bir başkaydı gözümüzde.O yeşil bahçeler ferahlık verirken çocukça duygularımıza; arıklardan şarıl şarıl akan sularla sevdalar akardı yüreklerimizden...Diğer yandan ”Mekik sesi,horoz sesi,kuş sesi/Dokumacının türkü söylemesi...” kulaklarda bir hoş seda olarak yankılandı yıllarca...Tezgah sesleriyle mutlu bir yaşamın yanı sıra içli bir türkü yankılandı dudaklardan…
Her sokaktaki tarihi sundurmalı Buldan evleri ve o tokmaklı sokak kapıları ihtişamıyla dimdik ayaktaydı. Misafir gelsin diye beklenirdi her an o kapılardan…Bir gelen olur da döner diye sokak kapıları gün boyu kapanmazdı.Aslında kapanmayan gönül kapılarıydı.Misafirlikler habersiz olurken severdi büyüklerimiz misafir ağırlamayı,yedirip içirmeyi.Misafirsiz geçen her gün onlar için yalnızlıktı.Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardı o yıllarda…Yemekli gelen misafir her zaman bereketiyle gelirken mutluluk verirdi.
Sadece sokak kapıları değil gönül kapıları da ardına kadar açık kalırdı Buldan’da…O günlerin komşulukları daha samimi,sohbetleri daha candandı.İnsanların yüzlerinde tatlı bir tebessüm,konuşmalarında güzellik,yüreklerinde kanaat vardı her zaman...Her mevsim sokaklarda oynanan birbirinden güzel ne kadar değişik oyunlarımız vardı…Sokaklarda çember çevrilir,beştaş,dama,körebe,çelik çomak,yakan top,tak tak,saklambaç,mazı,bilya oynanırdı...Bebekler ve toplar bezden;silahlar tahtadan,resimler kömür karasından yapılırdı...Yorgun bir günün sonunda erken yatılır erkenden de kalkılırdı.
Tatlı sular çeşmelerden testilere doldurulurak içilir,ağaçlara tırmanılırdı.Çamaşır teknede yıkanır,ekmek sacda yapılırdı.Turşu,salça,tarhana,makarna,kak,kavurma,dizgiler evde yapılır;su testide,karpuz suda soğutulurdu.Yiyecekler hiçbir zaman ilaçlı ve hormonlu değildi…
O uzun kış gecelerinde ocak başlarında anlatılan masallar,dinlenen kahramanlık menkibeleri ve beşikteki çocuklara söylenen o içten ninniler ise hep anılarda kaldı.İçli bir türkü duyulurdu bazen uzaklardan.Tezgah başındaki dokumacının yanık türküsü duyulurdu dar ve uzun sokaklardan...Ezan okunurken radyolar kapatılır o muhteşem sese kulak verilirdi.
Çocukluğumuzun o yeşil Buldan’ında ne trafiğin kuralsızlığı, ne kömürün pis kokusu, ne egsoz kokulu kirli havası,ne de beyinleri tırmalayan motor gürültüsü olurdu...Her evden gelen tezgah sesleri bile müzik gibi içten nağmeleriyle bir başkaydı bizim için.O sesler ki ”Mekik sesi: Kutsal emeğin sesi/Göz nuru ile sanatın bestesi.” İdi Yeşil Buldan’da…
O el tezgahında besmeleyle işe başlayan çalışkan babam,çıkrık başında çağ aktaran ihtiyar ninem,Perşembe sabah ezanında omzunda mal bohçasıyla besmele çekerek mal pazarına giden dokumacılar çileli olsalar da mutluydular...Onca çileye rağmen asık değildi ve hep gülümserdi suratları.Peygamber mesleği denilerek kul hakkından kaçılır; tulubu bile berekettir diye inanılırdı.Az olsa da bereketliydi kazançları…Havasını,suyunu,silüetini sevdiğimiz güzel Buldan’da çocukça duygularla bir başka güzeldi yaşam!...İnsanlar bir başka güzeldi…
Sadece bayramlarda değil cumalarda bir araya gelinir;her zaman gelip geçerken büyükler ziyaret edilirdi…Büyüklerin hayır duası alınır,elleri öpülür;eş dost,akraba sık sık ziyaret edilirdi...Kısacası,çocukluğumuzun Buldan’ında çileli olsa da vefalıydı insanlar...Yorgun,yoksul olsa da bedenler,gönüller zengindi her daim…
Hem yaramaz hem de uslu çocuklardık biz…Kardeşlik ve dostluğa değer verirdik.Büyüğe saygı küçüğe sevgi hiç eksilmedi o minicik yüreklerimizden.Kızlara ninelerinin, erkeklere dedelerinin isimleri konulur;radyodan yanık türküler duyulurdu.Taş plaklardan,gramofondan duygu yüklü şarkılarla asker ve gurbet türküleri dinlenirdi yavaştan...
“Komşuda pişen Bize…Bizde pişen komşuya da düşerdi.” Yapılan yemekten kokusu yayıldığı için komşuya da tattırılırdı. Evlerde ocaklar yakılır,saclarda ekmekler yapılırken yağlı yoğurtlu bezirmeler komşulara dağıtılırdı.Bağlardan sepetlerle getirilen üzümler, incirler bağı olmayan komşulara dağıtılır onlara da tattırılırdı.Kimse,“eksilecek ne gerek var dağıtmaya” diye düşünmez;hayırlar yapılır berekete inanılırdı.
Çocukluğumuzun sıcak yaz günleri;kapı önlerine hasır ya da kilimler atılır; bir tarafta masır sarılırken diğer tarafta kozalar ve kanaviçeler yapılırdı.Yaz günleri evlerin önünde ya da bahçelerde komşularla birlikte oturulur candan sohbetler yapılırdı.Sundurmalı evlerde,ayazlıklarda hal yarenlikleri yapılır,dertler karşılıklı paylaşılırdı.Odun ateşinde pişirilen köpüklü,mis kokulu taze dibek kahveleri muhabbetle içilirdi…Yaz gecelerinde ayazlıklarda yatılır,çocuklara hikaye ve masallar anlatılırdı…Kışları ise uzun gecelerde sert bir ayaz,sokaklarda karanlık,yıldızlar ise parlak olurdu.Çocukça duygularla büyüklerin gözlerinden okurduk dostça bakışları…O dost insanlarda yürekler sıcak gönüller ferah olurdu.Baharda erik ağacının çiçeği,pencere camına yaslanır;güzün ise yaprakları bahçelere düşerdi.Kışları kardan adam yapılır,karla pekmez tadılırdı.O sımsıcak evlerde soba yakılarak kestaneler kavrulurdu.Uzun kış gecelerinde ne güzel masallar anlatılırdı.Yaz günleri bağlarda misafir kalınır,patlıcan-soğan dürümleri ile ekmek çokuşulurdu.
Çocukluk günlerimizde,evler ahşaptı ve şimdiki gibi beton değildi…Şimdiki gibi yüksek yüksek apartmanlar ve asansörlü binalar belki de yoktu…Sokaklar ve evlerin önü her gün süpürülürdü.Evlerde üst kata tahta merdivenden çıkılırdı.Evlere aidat ödenmez,yönetici seçilmezdi belki fakat yüzler hep gülerdi.Evler beyaz badanalı,sokaklar karanlık, geceler bekçili olurdu.Haberler radyodan dinlenir,çizgi romanlar merakla okunur,defterlere kenar süsleri yapılırdı...
Çocukluk yıllarımızın doyumsuz anılarında;her gün hayat,”arkası yarın” ya da “radyo tiyatrosu” gibi kesintisiz ama huzurlu devam ederdi...Dolu dolu yaşanacak bir şeyler vardı ama en önemlisi insanlarda tevazu,vefa ve huzur vardı.Hatıralara,büyüklere saygı vardı çocukluğumuzda...Herkes kendi düşünü kurarak kendi hayatını oynar,çocuklar geleceğe umutla bakardı.Okulda öğretmenler dinlenir,öğretmenlere sonsuz saygı duyulurdu…Ödevler kütüphane de yapılırken kitaplar da okunurdu…
Şimdi o çocukluk günlerinin sevinç ve mutlulukları hep geride kaldı. Çocukluğumuzu daha da özler olduk.Şimdi ise büyüdük,hatta çoluk çocuğa karıştık…insanlar ev,araba,kredi,taksit,borç telaşında hayat şartları zorlaşırken bedenler daha yorgun ve yüzler daha da solgun. Şimdi herkes yoğun,yorgun,telaşlı ve tek başına…Teknolojiye ve betona bağımlı olduk sanki.Elde cep telefonu,evde internet sanal alemde anlaşıyor insanlar.O sevgiler,o dostluklar ve samimiyetlerle birlikte sohbet kültürü yok olmakla kalmadı;hatta gündelik telaşlar içinde koşmaktan hatta birbirinden kaçmaktan yorgun düştü insanlar… Bir zamanlar,”Komşu komşunun külüne muhtaç” denilerek bir bardak yağ ya da bir bardak şeker ödünç alınıp verilirken şimdi herkes kendi aleminde...Devir değişti denilerek komşu komşudan kaçmakta;akrabalar birbirinden kopmakta;dostlar ise bir birinden uzaklaşmakta.Bir zamanlar borç namus kabul edilerek gününde ödenirken şimdi alacaklı borçludan kaçmakta…İnsanlar kırgın,küskün ve yorgun hayat devam etmekte.Günümüzde ise kültürümüzden kopmak bir yana değerler eğitimi biterken eğitim de bitti ve insanlarla birlikte değer ölçüleri de çok değişti…
Belki daha varlıklı bir yaşam ve daha çok eşyalarımız da oldu. Dayalı döşeli lüks evlerimiz,yazlıklarımız yanında son model arabalarımız da oldu.Bitmedi,birbirimizle mevki,makam ve zenginlik için daha çok yarışır olduk.Kimileri makam sarhoşu olurken kimilerine de para hırsıyla bir şeyler oldu.Kimileri de geçmişini unuturken gurur kibirle selamı,gülümsemeyi,tevazuyu,vefayı unuttu…Aslında geride kalan hoş bir seda idi ama çocukluğumuzun o güzel günleri ile birlikte çocukluğumuzun o masumiyetini ve saflığını;çocukluğun o içten huzurunu ve çocukça sevinçlerini kaybettik.Hatta çocukça mutlu olmayı,çocuklar gibi masum bir coşkuyla koşup sarılmayı daha çok özledik.Sadeliği,doğallılığı,samimiyeti,dostluğu,vefayı özledik hem de çok özledik.Yıllar su misali akıp giderken o geçen yıllardaki siyah beyaz anılar bizlerde yaşarken çocukça hayalleriniz hiç değişmesin…Bazıları değişmiş olsa bile Buldan’a sevdalı gönüllerdeki Buldan ve memleket sevgimiz de hiçbir zaman değişmesin…