Horzum yörükleri, altı aile (6 çadır) ile Eşme tarafından, kışlık konaklamak için sazak köyünün olduğu bölgeye gelirlermiş, yazın Eşme tarafından eyleşirlermiş. Hacı Süleyman, bu altı aileden Kel Ali’nin oğlu imiş. 1800’lü yıllarda bu yörükler yerleşik düzene geçerek Sazak Köyünü oluşturmuşlar. Buldan’a bağlı bir köy imiş. Ayrıca Sazak yörükleri de vardır.
Sazak Köyü 1955 yılında Sarayköy’e bağlanıyor. Bağlanma sebebi, demokratik seçimlerde Buldan’da belediye Demokrat Partinin alması, üzerine CHP’li olan Sazak köylüleri, CHP’li belediye olan Sarayköy’e bağlanmak için yasal yöntemleri kullanmışlardır. Sazak köyü halkı ilk kuruluşundan, Sarayköy’e bağlanışına kadar; kışı köy merkezinde, yazın Kumralıtepe çevresinde hayatlarını sürdürürlermiş. Sazak Köyü hududu Geleyli Tepe, Karapınar ile Aypınar arasındaki tepeler, Gazanderesi, madensuyuna kadar gelirmiş. Keçilerinin bu tepelere kadar gütmeye getirirlermiş.
Memiş dayı, çadırıyla 1800’lü yılların sonlarında, Beydağı, Muratdağı tarafından gelerek Sazak Köyü hudutları içindeki Bostanyeri mevkiinin Karadereye yakın bölgesine yerleşmişler, Sazak Köyü’nün mahallesi olmuşlardır. Memiş dayının adından ötürü, bu mahalleye Memişler adı verilmiş. 1955’te Sazak Köyü’nün Sarayköy’e bağlanmasıyla, Bostanyeri adında Buldan’a bağlı müstakil bir köy olmuştur.
Bostanyeri köy merkezinde Koca Memiş’in (Orhan) tepedeki ev yaptığı düzlük Kel Ali’nin yurdu (çadır kurduğu yer) imiş. Hacı Süleyman bu dağlarda keçilerini güderken şu çeşmeleri yaptırmış: Guzpınar, Aypınar (Sazaklı çeşmesi), Gazandere’de Alların Kayapınar Çeşme, Akçeşme, Dolay Çeşme, Gazalçı Çeşme, Çamlık Çeşmeleri.
Hacı Süleyman altı defa hacca gitmiş, 1317 (1901) yılında 126 yaşında vefat etmiştir. Kabri Kumralı Tepesindedir. Köyde en çok keçisi olan kişiymiş. Her sene kurbandan önce, Buldan şehir merkezindeki fakirlere, 40 keçiyi zekât olarak dağıtırmış. 1885 yıllarında, devletin Zaptiyesi (Jandarma) Sazak Köyü’ne gelerek, çadırını efelere (Zeybeklere) yardım ediyorsun diyerek sökmüştür. Ölünceye kadar çadır ve toprak dam içinde yatmadan, ailesiyle kaya altlarında, yabani hayvan inlerinde ömür sürmüştür. Hacının Ali ve Memiş’in Ömer, Hacı Süleyman’ın çobanlarıdır.
Kumralı tepenin batı tarafındaki Kocagedik’ten Arıklar Mahallesine kadar uzanan platoya “Kuruyayla” denir. Böyle denmesinin sebebi de yörenin, su kaynakları yönünden fakir olmasıdır. Bölgenin sürekli su ihtiyacını karşılayan: Kocaçeşme ve Akalan Çeşmeleri, Sağırlar Çeşmesi ile Ardıçlı Kuyu, Cıngıltgı Kuyu ve Omarın kuyuları vardır.
HİKÂYE-1
1700’lü yıllarda padişah, Aydın vilayetinden Uşak vilayetine kadar olan bölgeyi Tavaslı Ali Paşa’ya veriyor. Ali Paşa’nın bu bölgedeki koyun, keçi, sığır, deve sürüleri Kızıldere’nin İnlidere mevkiinde kışlarmış. İlkbaharda ise Kuruyayla Armutlugedik bölgesine çıkarlarmış. Tavaslı Ali Paşa’nın hayvanlarını okkaçarık lakaplı kâhyası bakar, pek çokta çobanları varmış. Mart ayı sonlarında ağaçlar çiçek açarak uyanmaya başlayınca, hayvanlarda da dağlara, kırlara çıkma arzusu, hareketliliği başlarmış. 1800’lü yılların ortalarında Nisan ayının ilk günlerinde havalar ısınınca hareketlilik başlamış. Ali Paşa kâhyasına “Soğuklar geçti mi, bitti mi?” diye sormuş. Okkaçarık “Paşam, soğuktan eser kalmadı” der. Ali Paşa da “Sürün hayvanları Kumralıya yukarıya” der. Çadırları sökerler, hayvanları sürerler dağlara yukarı. Akşama doğru yolu yarılarlar, ama karanlık çöktüğü için Kaplankaya kayalıklarının aşağı tarafında konaklarlar. Ertesi sabah yola devam edeceklerdir.
Gece yarısı hava birden değişir. Ali gelen soğuk hava ile birlikte tipi yağar. Ardından kar bastırır. Takvimler Ebrulin Beşidir. Yani nisan ayının18’ini göstermektedir. Yeni doğan hayvan yavrularının çoğu telef olur (ölür). Yüzyılların tecrübesiyle insanlar Nisanın 18’inden önceki günlerde ani bastıran soğuk-tipi-kar olayının olma ihtimalini daima beklerlerdi. Ama Nisanın 18’înden sonra bu ihtimal çok zayıftır. Belki dede geçiminde yani Mayısın 6’sında şiddetle soğuk olabilir. Halk arasında, bu tarih, atasözüne dönüşmüştür: “Korkarım Ebrulinin beşinden, öküzü ayırır eşinden!”
HİKÂYE-2
Aydın ovasında Mustaşoğlu adındaki bir yörük, ilkbaharda hayvanlarını Kumralı Tepe sırtlarına çıkarırmış. Sıcak yaz günlerini Sazak Dağı yaylalarında geçirirmiş. Mustaşoğlu’nun çocukları, Nisan ayı girince havalar mevsim normallerinin üstünde ısınınca, babalarına, yaylaya hareket edelim diye ısrar etmişler. Mustaşoğlu gece yarısı dışarı çıkmış, gökyüzüne bakmış, “Allah bilir, yarın hava karlayacak gibi” demiş. Çocukları babalarını dinlememiş. Sabahleyin sökmüşler çadırları, sürmüşler davarları Kumralıya doğru. Akşama doğru Kaplankaya kayalıklarının aşağı kısımlarında gecelemişler. Tarih Ebrulinin başı imiş. Ani gelen soğuk ile tipi ve kar sabaha kadar yağmış. Yeni doğan yavruların çoğu donarak ölür. Bu ve benzer yaşanan olaylardan dolayı bu bölge, “DELİYURT” adını almış.
HİKÂYE-3
“KAPLANKAYA” adını, bölgedeki kayalıklarda, tahminen 1920’li yıllara kadar yaşayan kaplanlar (Anadolu Parsı)’dan alıyor. Kaplan kayanın üst tarafında Boğa ölen gölü (Hacı Ali Gölü – Hacı Yılan Gölü) vardır. Bölgedeki yörükler, hayvanları su içsin diye küçük dere yatağına çapa ve kürek ile set yaparak, küçük gölet oluşturmuşlardır. İki yüz sene önce Kuruyayla’daki Sazaklı yörüklerden, Kel Ali oğlu Sarı Osman (Koca Osman)’a ait bir boğa varmış. Bölgenin en kuvvetli sığırı imiş, dağda tek başına otlarmış. Sabah damdan çıkar, dağda otar, akşama eve dönerken göletten suyunu içer evine gelirmiş. Suyunu içtikten sonra keyfinden, gölet kenarındaki yaşlı çam ağacına sürtünürmüş. Kayalarda yaşayan kaplanlar da boğayı yemek için peşine takılır, fırsat kollarlarmış. Birkaç kez saldırmışlar ama birkaçı boğanın boynuz darbesiyle ölmüş. Bir defasında göletten su içerek çam ağacına çıkan ve çam ağacı dalı üzerinde dinlenmekte olan bir kaplan; Boğa çam ağacına sürtünürken, boğanın üzerine saldırıyor, atlıyor. Ama boğa güçlü olduğu için hızla kenara çekiliyor. Bu arada kaplan büyükçe bir parça deri ve et koparıyor. Boğa bunun acısıyla kendini gölet suyuna atıyor. Acıyla debelenirken boğuluyor ölüyor. Boğa sahipleri, akşam boğanın eve gelmemesi üzerine, sabahleyin aramaya çıkıyorlar. Boğanın ölüsünü gölette buluyorlar. Sarı Osman’ın evi Ardıçlı Kuyu’nun yanında imiş. Kuyunun 25m alt tarafındaki Ardıçlı Ağacı 2012 yılında yıldırım düşerek yanmış, kurumu, kırılmıştır. Yörükler (Göçebe Türkler), hangi bölgeye uzun süreli çadır kurarlarsa (yurt edinirlerse), hemen bir ardıç ya da sedir ağacı fidanını yerleşmelerinin anısına toprağa dikerlermiş.
Ardıçlı kuyudan Kocaçeşmeye kadar uzanan tarla Sarı Osman tarlasıdır. Sarı Osman, İzmir-Konaklı Sarı Efe’nin yanında Ege Bölgesi dağlarında Zeybek olarak, birkaç yıl, dağda kalmıştır. Egenin Efeleri kendisini iyi tanırlardı. Sarı Osman, Sazaklı Hacı Süleyman’ın kardeşi olur.
Sarı Osman, kaplanın boğasını öldürmesi üzerine Buldan’a gelerek, iyi kurşun atan, avcı arkadaşlarıyla konuşur. Onları kaplan avına davet eder. Belirlenen günde kaplanı vurmak için Kaplankaya mevkiinde, av düzenleniyor. Sarı Osman kendisi de keskin nişancıdır. Efelerin yanında Zeybeklik (Kızanlık) yapması bunun kanıtıdır. Kaplanı kendisi rahat vurabilirdi. Ama bir aksilik olurda vuramazsa, kaplan kaçmasın, diğer avcılar vursun düşüncesiyle avcı arkadaşlarını davet etmiştir. Av günü ikindi zamanı kaplan av bölgesinde görülür. Nitekim kaplanı vurmak Sarı Osman’a nasip olur. Boğasının intikamını almıştır.
Bu olaydan sonra bölgedeki kaplanlardan biri daha yörüklerin hayvanlarına saldırarak zarar vermektedir. Yörükler, bu kaplanı asıl öldüreceklerinin planlarını yaparken Sarı Osman aklındaki planını açıklar. Atalarından duyduğuna göre, keçi kılından örülmüş, iki tane kalın ve gevşek ip, yumak yapılacak. Bu keçi kıl yumağı, kaplanın devamlı geçtiği yol üzerine konacak serbest ucu bir ağaca sıkıca bağlanacak. Keçi kılından yumak yapmaktaki maksat; kaplan, kedigiller ailesinden olduğu için, yuvarlak ve hafif eşyalar ile oynamayı sever. Yolu üzerine konan bu yumağı oynamak amacıyla tırnaklar, keçi kıllarına takılacak, dolanacaktır. Haliyle de kaçamayacak, vurması daha kolay olacaktır. Bu bir çeşit tuzaktır. Sarı Osman, bu tuzağın yakınındaki tahmini on metren yükseklikteki kayanın üzerine arkadaşı Hacının Ali ile birlikte çıkar. Silahları ile kaplanın geçmesini beklemeye başlarlar.
Kaplan oradan geçerken yolu üzerindeki yumaklarla oynamaya başlar. On ayağının birinin tırnakları keçi kıllarına takılmıştır. Diğer ayağı ile diğer yumağı oynarken; Sarı Osman, kaplanın tırnakları kıllara dolanmıştır düşüncesiyle kayanın tepesinden kaplana ateş eder, vuramaz. Kaplan bir ayağı başta olduğu için, iki sıçrayışta kayanın tepesine ulaşır. Ama diğer ayak tırnakları kıllara dolanmış olduğu halde kayaya tutunmasına engel olur, geriye kaya dibine düşer. İkinci kurşunu Hacının Ali atar, Kaplan vurulur. Kaplanın sıçrayarak kayanın üzerine, tepesine ulaşması, Sarı Osman’ı korkutmuştur. Korkudan hasta olan Sarı Osman, kırk gün sonra ölmüştür.