Yıl 1963, babamın Almanya’sı çıktı ama gitmek için 2 sene sıra bekledi. 1965 yılı başında İstanbul’a çağırdılar. O zamanlar İşçi Bulma Kurumunda imtihan olurlar okuma yazma ve sanatından dolayı. Babam rahmetli hiç okula gitmemiş, okuma yazması yoktu. Ama onu uzaktan tanıyanlar, tahsilli, en az orta okul, lise okumuş sanırlar. Sosyal yönü gayet iyiydi. Giyim kuşamına dikkat ederdi, oturur torunu yaşındakilerle oyun oynardı. İşçi Bulma Kurumuna giderken, cebine bir gazete koymuş, güya okuma yazması varmış havası vermiş. Bunun böyle olduğunu, bizimle el tezgahlarında çalışmış olan Güneyli Bayraktar Ali İhsan abinin çıkarmış olduğunu sanıyorum. Çünkü ben babamın ağzından hiç duymadım. Yıllar sonra hala beni yolda görenler “böyle olmuş değil mi” diye takılırlar. En nihayet sorun çıkmadan Almanya’ya, ayni fabrikaya, Süleyman İçöz (Kazak Süleyman), Mermili Ali’yle giderler. Ayni firmada 1 sene sonra, 1960’da ben de 17 yaşımda gidip çalıştım. Babamların başında İstanbullu tercüman Kemal İlter abiyle tezgahların bulunduğu bölüme giderler. Mayıster (Ustabaşı) onları bekliyordur. İsveç malı Sulzer tezgahları var, tam otamatik. Usta tercümana der ki “tezgahların başına bir geçsinler çalışmalarını görelim”. Tercüman durumu bizimkilere aktarınca şaşırırlar; kendileri el tezgahı çukurundan çıkıp gelmişlerdir. Kara tezgahların avarelerini bile tutmuş değillerdir. Otamatik tezgahları ilk defa görüyorlar. Ustabaşı kızıyor, tecümana “bunları Türkiye’ye geri göndereceksin” deyince, bizimkileri bir telaş alıyor. Babam hemen o anda pratik zekasını devreye sokuyor. Pasaportun içinde, bizim çarşafların üstüne yapıştırdığımız fotoğrafı gösterir ve der ki “Ben dokumacıyım ama el dokumacısıyım. Ürettiğim mal şu deyince ustabaşı “bir deneyelim” der. Hem Süleyman abiyi, hem de Mermili Ali’yi kurtarır. Babamı dokumada bırakırlar, onları başka işe verirler. Bir sene sonra izne geldi, beraber gittiğimizde 3 ay kadar bir süre işim olmadığı için çalışamadım. Bu arada dokumada babamı çok seven bir ustası vardı. Demiş, “bir hafta sonu sizi bizim eve davet ediyorum.” Gelip bizi aldı, 8-10 km uzaklıkta, ormanların içinde, çok küçük bir köye götürdü. Tertemiz bir yer. Yollarda, etrafta bir tek çöp görülmüyor. Eve vardık, biraz sohbetten sonra hanımı yaş pasta ikram etti. Yanında likör vardı küçük bardak içinde. Biz yaş pastayı filmlerde görürdük. İlk defa yiyecektik. Rahmetli babam kulağıma biraz eğilerek 1içinde domuz yağı vardır, yemeyelim” diye fısıldadı. Ama sutaşı hemen fark etti, “Yahya korkmayın, biz sizin Müslüman olduğunuzu biliyoruz, domuz yağı yok” deyince rahatça yemiştik. Birkaç saat misafirlikten sonra çok güzel duygularla oradan ayrıldık. Bizler o zaman lojmanda, ayni odada babam, ben, amcam Halil Arabacı, Süleyman İçöz, Mermili Ali, Kara Salih Yusuf, Ayakkabıcı Necati Dönmez, Buldanlılar olarak kalırdık. Şu anda amcamla ben hayattayız. Ölenlere rahmet diliyorum. O zamanlar hafta sonları, o bölgenin Buldanlılarının birbirlerini ziyaretleri çok önemliydi. Bizim kaldığımız yer yol üzeri olduğu için hemşehrilerimiz çok gelirlerdi. En yakınımızda, 15 km uzaklıkta Halil Kayan, Derviş Ahmet Ali, Caran Hacı Ahmet, Tahtasız Nevzat, Bayram İbrahim Keskin, Yusuf Moğul, Tığlı Rıza vardı ve bu abilerle sık sık beraber olurduk. Rahmetli Tığlı Rıza abi kazada öldüğü zaman ben de orada idim. Hemşehriler toplanır, mezeler hazırlanır, içkiler açılır, güzel sohbetler olur, ben de yanlarında sohbetlerinden yararlanırdım. Sesim de güzel olduğu için şarkı türkü söyletirlerdi. O sohbet masalarında, büyüklerimden usul erkan, içki masalarında hayat felsefesi öğrenirdim. Ölenlere rahmet, sağ olanlara da sağlıklı ömürler dilerim. Ben tam üç ay çalışmadım. İş başı yaptığım ilk günü gece onda işten çıktım. Yemek yedim, babamlarla sohbet ediyoruz. Bir anda odaya polisler doldu. En az 5 tane polis var. Sadece bize değil, her odaya 5’er tane düşüyor. En az 1.90 metre boyunda 300 polis evlilerin olduğu bölüme de basıyorlar. Yanlarında yeminli tercüman ve kurt köpeği, esrar arıyorlar. Hem evlilerin bölümünde, hem de bekarların bölümünde içenler var. Köpeği saldılar, tabi ki içenlerin dolaplarında gidip buldu. Evliler önceden fark edip tuvalete atmışlar. Bizim odada buz dolabı vardı, söktüler aradılar. 2-3 saat arama yaptılar ama biz kendimizden eminiz, gene de korktuk. 1966 yılında böyle bir macera yaşamıştık.