1960 İhtilali olmuş, Türkiye genelinde olduğu gibi Buldan’ımızda da krizlerin yaşandığı, mal pazarlarının olmadığı günler; insanların maddi ve manevi değerlerinin büyük hasar gördüğü yıllar…
İnsanların birçoklarının cebinde çay paralarının bile bulunmadığı, çarşıya inip de park ve bahçelerde veresiye çay kahve içildiği zaman. Birçok insanımızın yurtdışına işçi olarak yazılıp umutla gideceği zamanı beklediği dönemler.
Yukarı Park’ı rahmetli Çıkrıkçı Veli Kaymak amcanın çalıştırdığı zaman, binanın da postane görevi yaptığı yıllar. Hacı Bekirlerin karşısındaki kapının köşesinde aylakçı ve parasız 30-40 kişilik bir grup her gün oturur. Veli amca bunlardan çay ve kahve paraları almaz, birçokları Almanya’ya gidince göndermek şartıyla içerler.
Bu grubun içinde birçok değerli ve kültürü geniş insanlar var ki bugün benim diyen tahsillileri cebinden çıkarır. Bu hikayenin görgü şahidi de eski öğretmen Paşa Güven’dir. Kaynak O’dur. Kendisi bana nakletti, yazmam için.
Grubun içinde İğdeli Mustafa abi de vardır ve bu olay onun üzerinde döner.
Aylakçılıktan, grup bir gün Mustafa abi bağda iken bir oyun düşünürler. Mustafa abi Almanya’ya yazılmış, çıkması için sıra bekleyenlerdendir. Bir kağıt hazırlarlar, postane daktilosu ile yazdırırlar, İşçi Bulma Kurumu’ndan gelmiş gibi.. 2 Fotoğraf, ikametgah belgesi, temiz kağıdı, gereken ne evrak lazımsa hazırlayıp gelmesini isterler. Bir de postaneden sarı kullanılmış bir zarf üzerine damga vurdurup, arkadaşlarından birini görevlendirip, bağa gönderirler.
Bağa giden ulak, bağa yaklaşınca “Mustafa, Mustafa” diye bağırmaya başlar. “Müjdemi isterim, sana kurumdan mektup var” der. Mustafa abi duyunca harım üzerinden atlar, ayağında çizgili Sümerbank pijamasıyla… Zarfı açar, okuyunca sevinçten havalara zıplar. Hemen eve gider, pijamanın üstüne pantolonunu çekip, gömleğini giyer, ceketini alıp doğru Karşıyaka Mahallesi’ndeki eniştesinin oraya, eski topçu Sağırların Nuri abinin evine koşar ısmarlamaya. Oradan bir başka mahallede oturan diğer kız kardeşine koşar ve aradan bir hayli zaman sonra Abbas’tan parka doğru gelir. Ceket omuzdadır. Arkadaş grubuna pek bakmaz, gruptakiler de hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranırlar. Arkadaşları seslenirler, “Mustafa, gelsene yanımıza” diye. Ama O işaret eder, “bekleyin gelirim” diye. Adliye duvarına yaslanır, etrafı seyreder. Arkadaşlarının seslenişine aldırmaz, parkın kapısından girer ve tek başına bir masaya oturur.
Kahveci Veliamcanın bu durumdan haberi vardır. Mustafa abinin önünden ara sıra özellikle geçer. Mustafa abi Veli amcaya seslenir, “buraya bak, bir kahve getir” diye. Veli amca duymamazlığa gelir, En nihayet “ne var, ne istiyorsun?” der. O da “bana bir kahve getir” deyince Veli amca, “ne paran var, ne pulun, ne kahvesi bu?” der. Mustafa abi “hallederiz” der. Almanya’sı çıkmış ya ona güvenir. Kahveyi içince kasılarak arkadaşlarının yanına gider. Onlar da “yahu bu hal, ne var?” derler. Selam verir oturur. “Arkadaşlar artık Allah size kolaylık versin, ben kurtuldum, gidiyorum. Siz başınızın çaresine bakın” der, kabarır. Birkaç defe bu durum tekrarlanınca yanında oturan, akrabası Hattat Arif abi, “Mustafa yırt şu zarfı” diye birkaç defa tekrarlar. Karşısında oturan iki arkadaşı da gülmeye başlayınca bir acayip durum olduğunu anlar. Bunun gerçek olmadığını anlayınca, artık bildiği bütün küfürleri sıralar, millet de gülmekten kırılır geçer.
Kaynak: Paşa Güven.