Geçen sayıdan Devam
Birde 50-60 ve 70’li yıllarda da kısmen ettirilen bir kültürümüz vardı. Bayramlardan 1 ay veya 5 gün önce oğlan evinden kız evine gönderilen kuyruklu koyun göndermeleri vardı. Bu koyunlar özenle yıkanır, boyanır, süslenir. Alnına yuvarlak küçük ayna takılır üzerine gelin kıza hediyelik bir elbiselik konurdu.
70’li yıllarda dokumacılığın altın devri yaşanmaya başlayınca ilave olarak koyunların boynuzlarına bileziklerde ilave olmaya başlamıştır. O zamanlar şimdiki gibi böyle fırt koyunların esamesi okunmazdı, zaten bu cinsler son yıllarda Avrupa’dan ve başka ülkelerden gelmiştir. Oysa o kadar çeşitli koyun türlerimiz vardır ki ama nedir bu yabancı hayranlığımız bir türlü anlamış değilim. Ben 1966’da Almanya’ya gittiğimde tanıştım onlarla. Şimdi her kesin kurbanlığı kardeş gibi aynı tornadan çıkmış gibi. Dönelim tekrar mevzumuza. Bu nişanlıya giden koyunlara evlerde çırak varsa evin çocuğu ile koyunu çarşılarda gezdirerek kız evine götürürler ve bahşişlerini alırlardı. Kurbandan sonra oğlan evi davete çağrılır beraber yenir.
Tam bu arada yeri gelmişken sizlere bir anımı anlatmak isterim. Galiba yıl 62 veya 63, Zarraf Suat abinin nişanlı olduğu yıllar, bizimde bir beslediğimiz, nişanlıya gönderilen koyundan vardı. Gelen gidenler oluyor, fiyatta anlaşılamıyor. Bayramdan 6 ay önce bir akşam jiple bu koyunu getirdi. 315 TL almış, koyun kuyruktan zor yürüyor. Bayrama kadar bakıldı. Kurbana 15 gün kala satıldı satıldı yoksa elinde kalır. Kendinde kesemezsin fazla gelir. Geride kendine ait normal bir kurbanlığın vardır. Bizimde öyle oldu. Rahmetli Suat abi 500 veya 550 lira verdi, babamda 600’de diretince nasip olmadı elde kaldı. Arefe günü jiple Sarayköy’e götürdü. 312,5 liraya satıp geldi. Nerde 6 ay baktığın emek ve masraflar.
Hey gidi günler hey…
Bir de o günlerin Ramazan davetleri başkaydı. Ramazanın 15’den sonra sırayla amcalar, dayılar, kardeşler, sırayla davetlere çağrılır, evlerde 2-3 gün önceden tatlı bir telaş başlardı. Ekonomik durumu iyi olmayanlar bile elinden geldiğince kusursuz çıkmaya çalışırdı. Misafirlerin önüne karnıyarık, et köftüsü, güveç, pide mutlaka olur. Çocuklar akşam ezanlarına kadar fırını beklerdi. Birde hafif ara tatlıları olurdu. Sonunda kadayıf veya ev hanesinin hazırladığı bol cevizli pekmezli saraylıya doyum olmazdı.
Bu güzel yemeklere lezzet katan evin hanımlarının, eltilerinin, evin gelinlerinin el emekleridir. Bizler dost sohbetlerinde bunları konuşurken bu güzel anılarla dolu günleri saygıyla, özlemle bazı arkadaşların gözlerinin buğulanmış olduğunu görerek yad ediyoruz.
Şimdi öylemi, İftar zamanı 14 Mayıs’ta balkonda otururken görüyorum, insanları dolduruyorlar lokantalara, pide fırınlarına tıkış tıkış, ev sahibi kapıda misafirleri karşılıyor, el emeği yok, evler kirlenmiyor, bulaşık derdi yok; kahve, çay servisi yok, yiyen gidiyor, herkes birbirinin yediğini görüyor. Bir sohbet bile yapılmadan dağılıyor. Bizler bunlara lokantada yemek ısmarlamak diyoruz kusura bakmasınlar.
Kim bilir belki de çağ bunu gerektiriyordur ama farkında değiliz belki örf, adet ve kültürlerimizden hızla uzaklaşıyoruz. Gençlere de hiç bir şey veremiyoruz.
Birde 50’li yılların ikinci yarısında ve 60’lı yıllarda çocukların ve gençlerin en güzel etkinliklerinden birisi baharın gelmesiyle güzel havalarda Topdamından, Toprakçı kaşından salıverilen kasnaklı ve sinekli tabir edilen (gazete yahut defter kâğıdından yapılır) uçurtma şenliğidir. Buldan’ın üzerinde gökyüzü bayraklar Buldan’ın üzerine kadar gelir insanlar bahçelere ve sokaklara çıkardı seyretmeye.
Zaman zaman bu uçurtmalar elektrik tellerine dolanır, ziyan olurdu. İkinciyi yapma şansın pek olmazdı. İplerini anne, babadan saklı alırsın. Çünkü dokumalarda kullanılır altın gibi kıymetliydi.
Ama şimdi öyle mi? İmkânlar iyi paran varsa her şey hazır oluyor. Esas çocukluğunu her türlü zor şartlar altında, imkânsızlar içinde doya doya yaşayan o dönemlerdeki çocuklardır.
Devam edecek…
devam kardeşim devam.