Geçen sayıdan devam…
1990 yılları: Artık bu yıllarda insanlarımızın daha çok teknolojiyle tanıştığı yıllardı, bilgisayar devri, cep telefonlar derken, internet devirlerine gelindi. İmkânı olan herkes cep telefonuyla tanışmaya başladı. Şimdi evde 2-3 cep telefonlarının bulunduğu yıllara gelindi. İnsanları yarısının eli kulaklarında lüzumlu lüzumsuz konuşuyoruz.
2000 yılları: Artık insanların teknolojiyle iyice kaynaştığı yıllar. Ama yüksek teknolojinin çok güzel getirdiklerinin yanında çokta insanlarda alıp götürdükleri var. Bunun en büyük derdi çağın hastalığı olan; kanser çeşitleri. Küresel sermayeler insan sağlığına önem vermiyorlar. Dinleri, imanları para olanların; ölenler ölmüş, hastalıklar çoğalmış umurlarında değil.
Hormonlu ürünler, genleriyle oynanan meyveler, gıdalar, bu amansız hastalığı gün ve gün artırıyor. Bu amansız hastalık her gün birçok genç arkadaşlarımızı, dostlarımızı alıp götürüyor, bizlerden koparıyor.
Buldan’ımızın hormonsuz sebze ve meyve yönünden kısmen daha bir az etkilenen bir yerimiz. Yazları hormonsuz gıdalar yiyebiliyor, yazdan hazırlanan kışlıklardan istifade edebiliyoruz. Ama başka yerlerden kaçınılmaz olanlardan da zarar görebiliyoruz. Galiba çağın ve teknolojinin gereği bunlardan ister istemez etkilenecek. Kaçınılmaz son bu olsa gerek. İnşallah bu devirde kapanır da insanlarımız huzura kavuşur.
Herkese sağlıklı ve uzun ömürler dileriz.
1950 ve 60’lı yılların diğer bir kültürü de hamallık idi. Nerede taksiler, genelde her ailenin paylaşılmış hamalları vardı. Perşembe günü alışverişler yapılır, ailenin hamalı beklenir. Hamal aileden gibidir. Buldan dışından olan yerli hamallar da vardı. Dıştan olanlar genelde Hacı Salihlerin hanında kalırlardı. Burada kalanlar da ziyade Afyon’dan gelirlerdi. Sepeti urganla sırtına sarar elleriyle de başka şeyleri taşırdı. Pazar sepetleri ayıttan ve kargıdan olurdu. Bende hala o zamandan kalan bir tane durur. Altına sert meyveler ve sebzeleri koyarsın, onların üzerine ezilecekler itinayla döşenir, en üzerine de yeşillikler konur. Hem de sepetin içindekiler görünmez. Evin hamalı onu eve teslim eder, öğleden sonra da iplikçilerden iplik paketlerini sarar evlere taşırlardı. Karnı açsa evin hanımı onun karnını da doyururdu. Bizim yerli hamalların enrekli siması vardı ki bizim mahalleden Hacı Ahmet amca idi. Adeta Buldan’ın gülü idi. 4 Eylül Okulunun hemen yanında otururdu. Rahmetlinin en büyük zevki lokumla ekmek yemesiydi. İnsanların arkasından ansızın yaklaşır, langırt dayımın oğlancığı diyerek bağırırdı. İnsanları ürpertirdi. Lokum ekmek yiye yiye seklerden vefat etmiştir.
Ramazanlarda sahurlarda gaz tenekesini boynuna asar mahalleyi dolaşır, maniler söylerdi. Yolunu bulurdu. Köylere de ramazanlarda gittiğini duyardık. Benimde kirveliğimi yapmıştır. Allah rahmet eylesin.
İki kapı karşı karşı,
Arasında mermer taşı,
Hamal Hacı Ahmet’i sorsan,
Canı ister bulgur aşı.
Birde o yılların bayramları bizim için bambaşkaydı. Yokluk ve sıkıntılı günler vardı. Para dardı, kıymetliydi. Bu günkü gibi bolluklar nerede. Gene de çocuklar o bayramları mümkün olduğunca dolu dolu güzel yaşarlardı. Zaten mahallede genel olarak maddi imkânları iyi olan ailelerin sayıları azdı.
Çocukların birbirlerinden gerek kıyafet gerekse kültür yönünden bilhassa ekonomik olarak fark olmadığı için kıskanmak veya eziklenme gibi bir durumları olmazdı. Durumları çok iyi olmayan çocukların kıyafetlerinde yamalar olurdu ama giysiler temiz, ayakkabılar boyalı olurdu. Aileler imkânları ölçüsünde çocuklarını en azından bayramlarda özen gösterirlerdi. Kolay değildi el tezgâhlarıyla geçim sağlamak. Hele 4-5 çocukları olanlar için. Şimdi öylemi aileler bilinçlendi. Tahsilleri var bir veya iki çocukları var. İmkânlarını o çocuklara veriyorlar daha olmadı dedenin ve ninenin aylıkları var. Bayram masraflarını üstleniyorlar. O devirlerde nerde dedede, ninede para ama gene de çocukların bayram harçlıklarını günler önceden az çok demeden ayırırlardı.
Şimdiki çocuklar çok şanslı bayram harçlıklarını dolu dolu harcayacakları yerler çok. Giriyorlar markete çeşit çeşit yiyecekler, içecekler, kaliteli ürünler var. Nerde o zamanlar bolluk. Bakkallar da kalitesiz çikolata, sakız… Erkek çocuklarının en çok tercihleri ise tadı hala damaklarda unutulmayan kıraldır. İçinde incirli bir tat vardır. Yemesi o kadar güzeldir ki hala sohbetlerde büyük bir mutlulukla bahsedilir. İçinden resimli kartlar çıkar onlarda çocuklar arasında oyunda değerlendirilirdi sokakta oynarken.
Hey gidi günler. O günler bizler için farklıydı. Hafızalarımızdan çıkmayacak kadar güzeldir. O günleri anarken birçok arkadaşımızın gözlerinin dolduğunu görüyorum. ;
Gene de şimdiki çocuklar çok şanslı belki de şimdiki yılları büyüdüklerinde bizim gibi anacaklardır, arayacaklardır. Onun için bugünlerin kıymetini bilsinler.
Ne anlatacaklar bizim laptopumuz, cep telefonumuz, bilgisayarımız vardı. Bol bol çizgi film bakardık, derler herhalde.
Bizim resmi bayramlarımızda çok büyük coşkuyla, sevgiyle yaşanırdı. Denizli’den asker gelir, resmi geçitler yapılır. Buldan Alanyazı Meydanı’na akardı. 4 Eylül, 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos’un tadı bir başkaydı. Koskoca Alanyazı Meydanı bayramlarda bomboş. İnsanları tıkıyorlar stadyuma. Nerde eski coşku, milli duygularda köreldi.
Hiç yaşanmasa insanların gıkı çıkmayacak.
Herkese saygılar…